Yazımıza konu olan başlık, geçtiğimiz yıllarda hangi Saikler ve neler hedeflendiği de belli olmayan Kasım’da aşk başkadır filminden esinlenmemiştir. Böyle bir film ile belki de Kasım ayındaki ilahi bir aşkın başlangıcı olan bir gelişmeyi, basit dünyalık bir aşk seviyesine indirmeye çalışmaları olabilir mi? Bilemiyoruz! Yine bir Kasım ayında Konya İlinde iki mübarek ve ehli dünya olmaktan uzak Hz. Mevlana ve Hz. Şems arasında başlayan ve dünya gözü, dünya bakışı ve dünyalık akıl ile bu aşkın anlaşılamayacağı ve ham olanların böyle İlahi bir aşkı hazmedemeyeceğini de ifade edebiliriz. Kasım ayının son günlerinde Mevlana türbesindeki ağaçlar ve çiçeklerde meydana gelen değişiklikler, ne demek istediğimiz zaviyesinden, ehlince zaten malumdur! Peki, Hz. Şems ve Hz. Mevlana arasındaki ilahi aşk nasıl ve nerede başlamıştır? Bu ilahi aşk her iki tarafta ne gibi inkişaflara vesile olmuştur? Böyle bir aşkı hazmedemeyen kıt akıllılar neler yapmaya cüret etmiştir? Aralık ayının ilk haftasından itibaren on gün süre ile kutlanılacak olan ‘Selam Vakti‘ temalı Mevlana ihtifallerinin bireysel olarak bizlerde manevi inkişaflara, şehrimizde de bereket ve hayırların fethine, şerlerin de define vesile olmasını dilerim. 17 Aralık tarihinde Yüce Yaratıcıya kavuşmayı Şeb-i Arus olarak tanımlayan İlahi Aşk insanı Hz. Mevlana’yı hakiki manada anlamayı ve anlamlandırabilmeyi de bizlere nasip eylesin.
Babası Bahattin Veledin vefatında yirmi dört yaşında olan Hz. Mevlâna, dönemin Sultanın emri ile babasının yerine oturdu. Mevlâna’nın ilk mürşidi babası, zamanın ilim ve irfan merkezi olan Halep ve Şam’da ders görmüş, zahir ve batın ilimleriyle mücehhez bir âlim ve bir zahit olmuştur. Bilgide, keşifte, keramette, güzel söz söylemede, güzel huyda eşi benzeri yoktur. Akıllara hayret veren bir zekâ ve bir irade sahibi, Mollayı Rum diye namı ile dillere destan konumda bulunuyordu! Ders verdiği medreseler, hayranları ile dolup taşıyordu. Bu vaziyet, Tebrizli Şems’in Konya’ya vasıl oluşuna kadar beş sene sürdü ve her şey birdenbire değişti. Bu değişimi, Şeyhi Ekber’in senelerce evvel, Mevlâna’nın aslında uçsuz bucaksız bir UMMAN oluşunun icabıdır, diyordu!
1224 senesinin bir Cumartesi günü, Hz. Mevlâna’nın etrafını talebeleri sarmış, hürmet ve sevgilerinden yaya yürüyorlar, aniden önüne kalenderi kıyafetli bir derviş çıkıverdi! İleri atılarak Mevlâna’nın katırını çevikliği ile durdurdu. Derviş: Ey, madde ve mana altınlarının sarrafı! Muhammed Mustafa mı büyük, Beyazidi Bestami mi? Mevlâna irkildi: Bu nasıl sualdir? Elbette Muhammed Mustafa, bütün enbiya ve evliyanın serveri ve lideridir, dedi. Derviş: Evet ama Muhammed (a.s.); Yarabbi, seni tenzih ederim, biz seni layıkı ile bilemedik, buyurdu. Bayezid ise; Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim, cübbemin içinde Hak’tan gayrı varlık yok, dedi. Mevlâna cevaben; Bayezid bir Hak tecellisine mazhar olunca kabının darlığından taştı. Hz. Muhammed ise hangi mertebeye varsa evvelki makamlardan istiğfar ediyor, Ey bizim düşünce ve idrakimizden olan Allah, biz seni layıkı ile bilemedik, diyor, dedi. Yabancı derviş bir çığlık kopardı. Mevlâna katırdan aşağı atladı. Ortalığı telâş ve uğultu kaplamıştı. Birbirlerine büyük bir cezbeyle bir “an”da bağlanan bu iki ulu zat beraber Gevhertaş Medresesi’ne geldiler. Bir hücreye girdiler. Bir rivayete göre, kırk gün, bir rivayette üç ay kimseyi içeri almadılar. İstiğrak, sema, Hak sohbeti ve visal orucu ile manevi günler geçirdiler. Bu derviş, Şemsi Tebrizi’den başkası değildi! Mevlâna ile Şemsi Tebrizi’nin Konya’da birbirlerine kavuştukları yere Maracel Bahreyn yani, İki denizin kavuştuğu yer, olarak ifade edilmekte ve her yıl törenler düzenlenmektedir! Mevlâna üstat bir şeyh idi, fakat yeniden mürit oldu! Nihayete ermişti, baştan yeniden başladı! Mevlâna, Mümin, müminin aynasıdır, hadisine göre bir ayna gibi Hz. Şems’te gördüğü kendi güzelliği ve aslına âşık olmuştur!
Şemsi Tebrizi ve Hz. Mevlâna’yı anlamayanlar, gün geçtikçe dedikodularla işi büyüttüler. 1225 yılının bir Perşembe günü dedikoduların artmasıyla Şemsi Tebrizi ortadan kayboldu. Hz. Mevlâna’nın emri ile her taraf arandı, fakat hiçbir iz bulunamadı. Şems Konya’yı terk ettikten sonra doğru Şam’a gitmiş bir han köşesine yerleşmişti. Bir ay sonra Şemsi Tebrizi, Sultan Veledin refakatinde Konya şehrine geri geliyordu. Tebrizli Şems’in büyüklük ve kudretine inananlar karşılamaya iştirak etmişlerdi. Dedikodu yapanlar ise pişmanlık hisleri içinde, Şems ve Mevlâna kucaklaştılar. Mevlâna, Şemsi Tebrizi’yi ikinci sefer gelişinde kendi çocukları gibi bakıp büyüttükleri Kimya Hatun ile evlendirdi. Belki de bu evlilikle Şemsi Konya’ya bağlamak istiyordu. Günler tekrar, sohbet, sema, istiğrak ve murakabe ile geçiyordu. Şemsi Tebrizi’nin Mevlâna ile olan manevi alışverişinin eskisinden fazla, daha derinlerde olduğunu gören fesat kişiler, kıskançlık ve kötü görüşlerinden ortalığı tekrar karıştırmaya başladılar. Nihayet 1227 senesinde bir gece Hz. Şems’in ortadan kaybolmasına sebep oldular. Bazı kaynaklarda Şems, çekemeyenleri tarafından şehit edildiği, bazısında ise izinin bulunmadığı yazılıdır. Bu kayboluş olayının rivayetleri çeşitli fakat doğrusunu sadece Allah bilir. Mühim olan, Hz. Şems’in misyonu ve vazifesini tamamlamasıdır. Şems’in kayboluşundan sonra Hz. Mevlâna yine her tarafı aratmış, bizzat Şam’a gitmiş fakat boş dönmüştür. Mevlâna, Şems’in adını zikreden ve Filan yerde gördük, diye konuşanlara üstündeki cübbesini bağışlıyor, Bu senin yalanına armağan, doğru olduğunu bilsem canımı verirdim, diyordu.