Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri
Kemal Gödeneli
Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE
Bugün için hayır dünyasının çok yakından tanıdığı hukuk adamı Kemal Gödeneli 13 Mart 1928 günü, şehrimizin Şah Ahmet Mahallesi’nde Tahtatepen Sokak’taki 2 numaralı evde dünyaya gelir. Baba Mehmet Gödeneli, Buğday Pazarı’nda kendi çapında ticaret yaparak geçimini sağlarken, anne Şerife Hanım evde çocuklarla ilgilenmektedir.
BABA MEHMET GÖDENELİ MEDRESE TAHSİLİ İÇİN GÖDENE’DEN KONYA’YA GELİR
Ailenin Konya’ya gelip yerleşmesinin de ilginç bir öyküsü vardır. Konuğumuz Kemal Bey’in babası Mehmet Gödeneli, medrese tahsili yapmak için doğup büyüdüğü, ailesinin yıllardır yaşadığı Gödene köyünden kalkıp Konya’ya gelir. Taşmedrese’de tahsilini başarı ile tamamlar. Baba Mehmet Gödeneli medrese tahsili sırasında son derece başarılı bir öğrencilik yaşar. Öyle ki medrese eğitiminde sınıf kalfalığına kadar yükselir. Daha sonra Konya’da kendisine sahip çıkacak, yol yöntem gösterecek kimsesi olmadığı için Yüksel Ulupınar’ın dedesi Yusuf Efendi kendisini himayesine alır. Daha sonra kendisi Buğday Pazarı’nda kâtiplik yapmaya başlamış. Nihat Kişnişçi’nin dedesi o zamanlar Konya’nın bu alanda en büyük tüccarı imiş. Kemal Bey’in babası elindeki tüm sermayesini çalıştırması için bu insana vermiş. Ama ticaret bu işte. Gödeneli ailesi için de talihsizlik. Bir müddet sonra bu şahıs iflas edince Gödeneli ailesinin elindeki avucundaki her şey de bir anda yok olmuş.
BUĞDAY PAZARI’NDA KÂTİPLİKTEN ESNAFLIĞA
Mehmet Gödeneli bu acı ve zor sermayenin kaybının ardından yılmaz. Yeniden kâtip olarak girdiği Buğday Pazarı’nda küçük küçük alış verişler yaparak kendi ticaretini geliştirmeye, büyütmeye gayret eder. Ve sabırla, azimle, kanaatkârlıkla bir süre sonra Buğday Pazarı’nda başarılı, sevilen sayılan, itimat edilen bir tüccar olur.
GÖDENELİLER ORTA ASYA’DAN ANADOLU’YA GELEN TÜRK BOYUNDANMIŞ
Ailesinin Gödeneye gelişi ile de zaman zaman araştırmalar yapan babanın izinden giden konuğumuz, Ankara’da ilginç bir rastlantı sonucu bir gerçeğe ulaşır. İsterseniz bu anısını kendisinden dinleyelim:
Babam Gödene ile ilgili her alanda çalışma yaparmış. Bir gün bizim Ankara’da bir bakanlıkta işimiz vardı. Gittiğimiz müsteşar da aynı soyadı taşıyordu. Benim soyadımı öğrenince oturttu, anlattı. O da kendi soyadını araştırmış. Bu isim nedir, nereden geliyor diye… Orta Asya’dan gelme bir boy Türk boyu varmış. Bu boyun bir kısmı Anadolu içlerinde ilerlerken Gödene’ye gelip yerleşmi,ş kolun bir kısmı da Akkise’ye gelip yerleşmiş.
ANNE ŞERİFE HANIM MEVLANA CAMİİ
İMAMLARINDAN KÖSE NİYAZ HOCAEFENDİ’NİN KIZIDIR
Kemal Gödeneli’nin annesi de şehrimizin tanınan, bilinen, yerli ve köklü ailelerindendir. Konuğumuz annesinin sülalesini şöyle tarif ediyor:
Konya’da Mevlana müzesinin içinde eskiden bir camii varmış. Annem bu caminin imamımın sülalesinden gelen bir aileden imiş. Bu imam sülalesinin en son imamı olan Köse Niyaz Hoca efendi’nin kızıdır. O tarihlerde eski Konya’da Aksaray Mahallesi’nde otururlarmış. Hatta annemin babası sabah namaz vakti evden çıkıp camiye gidinceye kadar sokaklarda sürekli olarak öksürürmüş. Çünkü o sessizlikte insanlar uyansın da namaza kalksın diye.
MEHMET VE ŞERİFE GÖDENELİ ÇİFTİNİN ÜÇ ÇOCUĞU OLUR
Mehmet ve Şerife Gödeneli çiftinin üç erkek çocuğu dünyaya gelir. İlk çocuk
Kadir Gödeneli’dir. O günün zor şartlarında ailesinin fedakârlıkları ile okutulan Kadir Yüksek, ziraat mühendisi olur. Ortanca çocuk konuğumuz Kemal Gödeneli ve ailenin son çocuğu ise Mehmet Emin Gödeneli’dir. Aile Kemal Gödeneli’nin dünyaya geldiği Şeyh Ahmet Mahallesindeki evde 1975 yılına kadar ikamet eder. Bu ev kiradır. Daha sonra aile Konyalı apartmanına göçer. Daha sonra ailenin maddi durumunun iyileşmesi ile Meram’da bugün halen ikamet edilmekte olan eve yerleşirler.
ÖNCE HÂKİMİYET-İ MİLLİYE ARDINDAN NECATİ BEY İLKOKULU
Söyleşimizin isterseniz bundan sonraki bölümünü konuğumuzun kendisinden dinleyelim:
Şeyh Ahmet Mahallesinde iken okul çağına geldiğim zaman babam beni evimize en yakın okul olan Hâkimiyet-i Milliye İlkokulu’na yazdırdı. Okul zamanına kadar da ailem ile birlikte annem, babam ve kardeşlerim ile birlikte son derece huzurlu, sakin bir hayat yaşadım. Çocukluğumda son derece sakin, kendi halinde bir çocuktum. 2 sene Hâkimiyet-i Milliye’de okuduktan sonra yeni açılan Necati Bey İlkokulu’na devam ettim. Bu okul o zamanlardaki Kızıl Hacı Hasanların evi idi. Çok büyük bir ev idi, daha sonra okul olarak kullanılmaya başlanmıştı. Müdürümüz Rüstem Sungur’du. Benim ilk öğretmenim ise Fatma öğretmendi.
BUĞDAY PAZARINDA’Kİ O UZUN İNCE ÇÖREKLERİ UNUTAMIYORUM
Birde küçükken babamın dükkânının olduğu Buğday Pazarında yediklerimizi unutamıyorum. O zamanın meşhur bir çöreği vardı. Uzun ince bir çörek; onları almak, yemek bana çok büyük keyif verirdi. Bu çörekler çok hoşumuza giderdi. Bir de mallar Buğday Pazarı’na kağnılarla gelirdi, biz de çocuk olduğumuz için kağnıların üzerindeki buğdaylara çıkar oynardık.
KONYA’NIN EN ZENGİN VARLIKLI MAHALLESİNDE OTURUYORDUK
Bizim o zamanlarda evimizde elektrik filan olmadığı için kardeşlerim ile birlikte biz lamba ışığında çalışırdık. Hâlbuki bizim mahalle o zaman Konya’nın en seçkin varlıklı insanlarının oturduğu, herkes tarafından bilinen iyi bir mahalle idi. Mesela mahallemizde Burhanzadeler vardı. Tahtatepen Camii vardı. Bizim ev tam bu caminin karşı tarafına düşüyordu. Toprak damlı bir evdi. Babam burayı daha sonra satın aldı ve sonra da bu evin yanına yine babam yeni bir ev yaptırdı.
DERS ÇALIŞIRKEN ÇOK ZORLANIYORDUM
AMA KİMSE GÖZÜMÜN GÖRMEDİĞİNİ FARK BİLE EDEMEMİŞTİ
Bu arada ben ders çalışırken okuryazarken çok zorlanıyordum. Devamlı yazının üzerine eğilirmişim. Herkes ‘bu kadar defterin kitabın üzerine eğilme’ derdi. Meğer gözlerimin görmesi çok zayıfmış. Bu durumdan nasıl kurtulduğumu isterseniz sohbetin ilerleyen bölümünde daha geniş bir biçimde anlatayım.
MUSTAFA KAMIŞÇIOĞLU İLE EVİMİZİN ALTINDAKİ KÜPLERDEN ŞEKER ALIP YERMİŞİZ
Çocukluğum ile ilgili pek ciddi hatırladığım bende iz bırakan olay yok. Ama mesela şimdi rahmetli oldu; Mustafa Kamışçıoğlu anlatırdı. Çünkü biz onunla birlikte büyüdük. Komşu çocukları idik. Meğer o vakitler bizim maddi durumunuz çok iyi imiş. Bizim evin alt katında küplerde şeker filan dolu olurmuş. Rahmetli sohbetlerde “Ben size gelir, birlikte aşağıya iner, izbedeki küplerden şeker alır yerdik” derdi. Tabii ben bunları şimdi pek hatırlamıyorum ama çocukluğum genelde çok uslu idi.
ORTAOKULDA FRANSIZCA DERSLERİMİZE DİŞÇİLER GİRERDİ
İlkokuldan sonra Karma Ortaokulu’nda tedrisata başladık. Okul zamanı öyle süper başarılı bir öğrenci filan değildim. Vasat bir öğrenci idim. Şakir Oba müdür muavini idi. Çok otoriter bir hoca idi. Dersimize girmedi ama bütün okul öğrencileri olarak ondan korkardık. Bunu çok iyi hatırlıyorum. O zamanlar yabancı dil olarak Fransızca okurduk; bizim Fransızca öğretmenimiz yoktu. Fransızcası iyi olan bir dişçi vardı. Fransızca derslerimize o girerdi.
KONYA LİSESİ’NDE CÜSSEM KÜÇÜK DİYE BENİ KIZLARIN SINIFINA VERDİLER
Karma Ortaokulu’ndan sonra Konya Lisesi’ne gittim. Konya Lisesi’nde Süleyman Bey lise müdürü idi. Ben cüsse olarak küçük olduğum için beni kızların bulunduğu bir sınıfa yazdılar. Lisede de öyle çok faal, çalışkan, dikkat çeken bir öğrenci değildim. Lise tahsilimi de vasat bir eğitim ile tamamladım.
MENGENE’YE YÜRÜYEREK GİDER GELİRDİK
Babam bir ara Mengene’de bağ satın almıştı. Yazın orada, kışın evimizde kalıyorduk. O zamanlar gidip gelirken öyle yol filan yoktu; gidip gelirken ya çamur içinde ya da toz içinde kalırdık mevsimine göre… Buraya gidip gelirken de ya bisiklet ya da yaya olarak yürüyerek gider gelirdik.
ECZACI OLMAK İSTİYORDUM
Üniversiteye hazırlanırken aklıma önce eczacı olmak geldi. Ben lisede edebiyat bölümü mezunu idim. İstanbul Hukuk Fakültesi’ne gittim. Kayıt yaptırmak için trene bindiğim zaman Konya’dan ilk kez çıkıyordum. Yıl 1946’ydı.
ÜNİVERSİTE DERS ÇALIŞABİLMEK İÇİN SABAHLEYİN BEŞTE KUYRUĞA GİRERDİK
İstanbul Üniversitesi’nin batı tarafında kütüphane vardı, ya da yurdun vakfı vardı. O zamanlar özel yurtlar filan yoktu. Bizim üniversite gençliğinin o zamanlar ders çalışma imkânları çok sınırlı idi. Yurdun yanında caminin hemen yanı başındaki yurtta kaldık. Buraya gelen çoktu. Biz bu kütüphanede çalışabilmek için sabahleyin saat 5’te sıraya girerdik. Adeta yer kapardık oturup ders çalışabilmek için. Daha sonra Konya Özel İdaresi tarafından Aksaray’da Langa Kilisesi’nin orada bir yurt yaptırıldı. Biz de ondan sonra bu yurtta kalmaya başladık. Biz üniversite okurken öyle amfilerimiz de sobalı idi. Dumanların içinde okurduk. Biz son sınıf öğrencisi iken çok güzel bir kütüphane yapıldı. Burada artık başarılı bir öğrenci idim. Hatta çok başarılı oldum.
BÜYÜK DAYIMIZ MEVLANA TARİKATINDAN İMİŞ
Amcamızın kardeşi Osman Celasun’dur. Bizim büyük dayımız Mevlevi tarikatındandır. Kendisi çok yakışıklı imiş. Daha sonradan kendisi saraya intisap etmiş. (Mehmet Derviş) kendisi burada saraylı bir hanımla evlenmiş. Ve bizzat kendisi Osman Celasun’u da elinden tutup Galatasaray Lisesi’ne götürmüş ve burada okutmuş. Osman dayımın oğlu Erol Celasun da Galatasaray Lisesi’ni okumuş ve mezun olmuştur.
HİTLERİN ALMANYA’DAN SÜRDÜĞÜ HOCALAR DERSİMİZE GİRERDİ
Bizim derslerimize çok kaliteli çok başarılı hocalar giriyordu. Mesela 2. Cihan Harbi’nden sonra Hitler’in Almanya’dan sürdürdüğü hocalarımız vardı. Bizi Alman hocalar okuttu. Yalnız bu hocalar gerçekten çok kıymetli ve başarılı hocalardı. Ayrıca bizim hocalarımızdan Selçuk Sami Onar vardı. İdari Hukuk dersimize kendisi girerdi.
ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ OLARAK İSTANBUL RADYO EVİNİ PROTESTO ETMEK İÇİN YÜRÜYÜŞ YAPMIŞTIK
Üniversitede iken unutamadığım bir olayda şudur: Üniversite öğrencisi idik. Fevzi Çakmak vefat etmişti. Ama İstanbul Radyosu Fevzi Çakmak’ın vefatına rağmen hala şarkılı türkülü yayınlar yapıyordu. Biz üniversite gençliği olarak isyan ettik ve bizim arkadaşlarla bu olayı protesto etmek için Beyazıt’tan İstanbul Radyoevi’ne kadar yürüyüşe geçtik. Biz yürüyüş yaparak olayı protesto ederken atlı polisler de yolumuzu kesti. O dönemde İsmet İnönü Cumhurbaşkanı idi.
AİLEME BİLE HABER VERMEDEN İSTANBUL’DA AMELİYAT OLDUM
Benim gözüm zayıf görür hatta buna şaşı dahi diyebiliriz. Üniversiteyi bitirdiğim yıl Konya’ya gelmeden İstanbul’da şaşılık ameliyatı oldum. Aileme bile bu ameliyattan hiç haber vermedim. Tahmin ediyorum 50’li yıllardı. Çok şükür gözlerim düzeldi. Ama şu anda iyi dediğim gözüm bile tam 12 numara, kötü dediğim gözümü siz düşünün artık. Çünkü doktorlara kalsa ona da 16 filan diyorlar ama onlar o gözüme de 12 deyip devam ediyorlar.
DEMOKRAT PARTİ OCAK BAŞKANLIĞI İLE AKTİF SİYASİ HAYATA BAŞLADIM
Okuldan mezun olduktan sonra tekrar Konya’ya döndüm. O zamanlar mahallelerde mahalle toplantıları yapılırdı. Tabii bizim mahallede de üniversiteyi bitirmiş, hukukçu genç bir adam olarak dikkat çekiyordum. O zamanlar üniversite okumak hele İstanbul’dan gelmek ayrıcalık gibi bir şey olarak gözüküyordu. Çünkü o zaman okuyan insan da pek yoktu. Demokrat Parti’de de ocak başkanları filan vardı. Bir gün bu mahalle toplantılarına beni de çağırdılar. Yıl 1953 idi. Bana “Kemal Bey siz bizim ocak başkanımız olur musunuz” diye teklifte bulundular. Ben de kabul ettim. O zaman Konya merkezde iki ilçe vardı. Konya doğu ve batı diye ikiye bölünmüştü. Ben doğu ilçesinin başkanı oldum. Konya’nın batı ilçesinin başkanı ise Mustafa Güzelkılınç idi.
SITKI BİLGİN BEY BELEDİYE BAŞKANI İKEN BEN DE MECLİS AZASI İDİM
Nafiz Tahralı Belediye Başkanı idi. Kendisi mebus olmak için belediye başkanlığından ayrılınca Sıtkı Bilgin Bey Belediye başkan vekili oldu. Ben de o dönem belediye meclis azası idim. Daimi encümen azası oldum. Sıtkı Bey’in de başkanlıkta vekili oldum. Bütün mahalleli olarak her akşam toplanır sohbetler ederdik. Demokrat Parti Konya’da o dönemlerde çok başarılı oldu. 1960 ihtilali olduğu zaman ben hala ilçe başkanı idim. Belediye daimi encümen azası olarak da bütün çalışmalarda dosyalarda imzalarım vardı. İhtilal sonrası iki güne bir polis gelir, “şunun için ifadeniz lazım beyefendi” der biz de giderdik. O dönemlerde çok ifadeler verdik. Çok soruşturma geçirdik. Ama Allah’a şükürler olsun ki hiç birinden bir kusurumuza kabahatimize rastlanmadı.
İHTİLAL SONRASI KIZILAY BAŞKANI RÜSTEM SUNGUR HOCA DP’LİLERİ HIRSIZLIKLA SUÇLAYINCA
İhtilalden sonra bir gün o dönemin Kızılay Başkanı Av. Nihat Kişnişçi’ye ihtilal komisyonu tarafından el çektirildi. Rüstem Sungur Hoca Konya Kızılay Başkanı oldu. Hoca bir toplantı sonrasında bütün Demokrat Partilileri hırsızlıkla suçlayan çok kötü bir konuşma yapmış. Avukat Fikri Simav da orada imiş. Kalkıp bir konuşma yapmış ve “hoca çok ayıp ediyorsun bu suçladığın insanlar burada yokken sen böyle konuşuyorsun. Onların arkalarından böyle konuşmak çok yanlış” demiş. Hocanın bu konuşması o zaman çok büyük bir infiale neden oldu. Arkadaşlar bana “Kemal abi Kızılay’ı bu adamın elinden alalım” diye geldiler. Biz de birer birer Kızılay’a üye olmaya başladık. Yıl 1962 idi. Bu bizim üye olma işimiz o zaman onların dikkatini çekmiş herkes birden niye üye olmak istiyorlar diye sormaya başlamışlar. Hatta üye olmak için gidenlere “Siz niye Kızılay’a üye oluyorsunuz yoksa sizin buradan bir çıkarınız mı var?” diye soruyorlardı… Yönetim o zaman toplam 15 kişiden oluşuyordu. Biz de beşer beşer yönetime girmeye başladık.
KIZILAY BAŞKANI OLDUKTAN SONRA İLK İŞ OLARAK DÜKKÂNLARIN ÜZERİNE HAN İNŞAATINA BAŞLADIK
Kızılay’a başkan olduktan sonra heyecanla, azimle, inançla hizmetin en iyisini vermeye kendimizi adadık. Mevlana’nın orada Dergah Otel’in altında Nihat beyin 8 dükkanı vardı. Han inşaatına başladık. Bunu yaparken de temelden konsullar kuralım dedim. O zaman Adalet Bakanı Sedat Çumralığoğlu idi. Dönemin Bakanı Sedat Bey’e bir mektup yazdım. “Böyle bir teşebbüsümüz var” dedim. O zaman Kızılay Genel Merkezi’nden bize 150 bin lira para geldi. O para ile çalışmalara başladık. Daha sonra burayı kiraya verdik, orası çok kıymetli bir yer idi. Daha sonra “okul yapalım” dedim. Aşağıdan temelden itibaren işe başladık. Projesini Mehmet Ateş yaptı, kendisi çok iyi bir statikçi idi. Yıl 1974 idi. Daha sonra hamam ve oteli icara verdik. Eskiden buraların Kızılay’a getirdiği gelir ile sadece 2 personelin maaşını bile karşılayamıyorduk. Daha sonra vatandaşın bize ilgisi artmaya başladı. Hamamdan sonra Mevlana çarşısının karşısında Kızılay’ın kötü dükkânları vardı. Orayı da yıktık temizledik. Büyük bir iş merkezi yaptık. Bizim de imkânlarımız artmaya başladı. Vatandaşın Kızılay’a bağışları çığ gibi artıyordu. İtimat arttı. Zindankale’nin orada Kocamanların evi vardı. Bunların kız kardeşleri köşedeki evi bize bağışladı. Ama onun yanı başında da boş bir arsa vardı, gözümü oraya diktim. Buraya iki katlı bir iş merkezi yaptık. Ve buradan yılda 20 milyar gelir elde ettik. Vatandaşın ilgisi bizim eserlerimizi ortaya çıktıkça artıyordu. Ayda iki üç bağış yapılmaya başlamıştı. 80’li yıllardı. DP kapanmıştı. Siyasette daha sonra YTP il yönetimine girdim. AP’de yöneticilik görevlerinde bulundum. Ama 80’den sonra faal siyasetin içinde yer almadım ve kendimi tamamen Kızılay’ın hizmetine verdim.
ANKARA’DA GENEL İDARE KURULU ÜYESİ OLARAK GÖREV YAPTIM AMA
Genel Merkez 2000 yılında beni genel idare kurulunda görevlendirdi... Bir sene burada yani Ankara Genel Merkez’de çalıştım. Ama burada baktım ki orada icra kuvveti yok. Tekrar Konya’ya döndüm. O zaman Konya’da Kızılay’ın 150 kiracısı vardı. Türkiye’nin hiçbir yerinde bir Kızılay şubesinin bu kadar gayrimenkulu yoktu.
NURİ NURULLAHOĞLU’NA TIP MERKEZİ İÇİN MEKTUP YAZDIM
Bir gün Nuri Nurullahoğlu’na İstanbul’a mektup yazdım. Şimdiki tıp merkezinin olduğu yeri kiraya veriyormuş. Burayı üniversiteye bağışlayacakmış. Nuriye abiye mektubumda “biz burayı Tıp Merkezi olarak kullanmak istiyoruz” dedim. “Burayı bize bağışlayın” dedim. Kendileri beş kardeşlerdi. Kardeşler burasının bize verilmesini uygun görmüşler ve bize verdiler.
ASKERLİĞİ ÖNCE ANKARA SONRA DA ERZURUM’DA YAPTIM
Askerliğimi yedek subay olarak yaptım. Ankara’daki okul dönemini tamamladıktan sonra Erzurum Aşkale’deki tank bölüğüne levazım subayı olarak görevim çıktı. Burada Ahmet Onocak isminde alayda üsteğmen vardı. Hemşerimiz idi ama çok sertti. Askerlik denildiği zaman da kendisini hiç unutamıyorum.
1954 YILINDA AYSEL HANIMLA EVLENDİK
1954 yılında Sephavan Mahallesi’nde Mustafa Güzelkılıç abisi ile kösele ticareti yapan rahmetli Mehmet Fikirli (Kaşıkçı Mehmet lakabı ile biliniyor) ile dünür olduk. Ve Aysel Hanım’la evlendik. Bu evlilikten Müzeyyen, Süreyya ve Mehmet isimlerinde üç çocuğumuz oldu. Müzeyyen mimar mühendis, Süreyya makine mühendisi ve Mehmet de makine mühendisi oldu. Mehmet daha sonra ortak olduğumuz Un fabrikasından emekli olduktan sonra yeniden buğday pazarında buğday ticaretine başladı. Kendisi halen bu işi yapıyor. Çocuklarımın evliliklerinden de 6 torun sahibi dedeyim.
TIP MERKEZİMİZ VATANDAŞIN İHTİYACINI KARŞILAMAYA YETMEDİ
Daha önce SSS hastanesi olarak kullanılan iki katlı bir binamız vardı. Burası sonra polis merkezi olmuş, daha sonra da yurt olmuştu. Harap bir vaziyette idi. Önce burayı restore ettik. Daha sonra iki katın yeterli olmayacağını düşünerek temelden demir bloklar ile burayı 4 kata çıkardık. Baktım ki tıp merkezleri halkın ihtiyacını karşılayamıyor daha büyük bir yer temin etmemiz gerekir diye düşündüm. Bunun için de Ticaret Borsasına müracaat ettim. “Şu şartlarda burayı bize verir misiniz, biz buraya hastane yapacağız” dedim. Onlar da yönetim olarak “hastaneye bizim ismimizi verirseniz izin veririz “dediler. Biz de kabul ettik. 2001’de bu binanın yeniden inşasına başladık. Mali vaziyetten bizim 2-3 trilyona vardı. Ankara’dan bir heyet geldi, paramız yoktu ama Allah’ın izni ile hiçbir yerden bir kuruş yardım almadan toplam 6 trilyona burayı mal ettik.
HASTANEMİZİN AÇILIŞINI YAPAN BAŞBAKAN ERDOĞAN YATAN BAYAN BİR HASTADAN BİLGİ ALDI
Hastane faaliyete geçmeden evvel o sene 17 Aralık Şeb-i Arus törenlerine Sayın Başbakanımız Erdoğan’ın geleceğini ve garanti olarak Konya’da olacağını öğrendik. Başbakan geleceği için açılışını kendisine yaptırmak için hemen 4-5 gün içinde hastaneyi açılışa hazır hale getirdik. Başbakan ve heyet açılışa geldikleri zaman burayı çok beğendiler. Hatta Başbakanın eşi Emine Hanım hasta odalarına isimlerin yazılmasının kaç liraya mal olduğunu sordu, tahmin ediyorum ki Emine Hanım da bir odaya ismini yazdırma niyeti vardı, tam biz bunları konuşurken bir koşuşturmaca oldu ve bu unutuldu. Başbakanımız bir odaya kontrole girdi, bir bayan hasta vardı. Başbakanımız bu hastanın elini öptü, onunla dertleşti, hastane ile ilgili olarak o hastadan bilgi aldı. O zaman hastane 15 yataklı idi. Bugün 50 yatak var. İhtiyaca göre hastane her gün büyüyor gelişiyor tüp bebek servisinin ihtiyacı hissedince doktor Mustafa Ulusoy’u altı ay staj için 9 Eylül Üniversitesine gönderdik. Şimdi bu bölüm hizmete girecek. 300 milyara mal olacak yeni bir bölüm daha açılacak.
1953 YILINDAN BU YANA KONYA BAROSUNA KAYITLI AVUKATIM
1953 yılından bu yana Konya barosuna kayıtlı avukatım. Unutamadığım davalarım arasında Kadınhanı’ndaki büyük bir arazi davası var. Kadınhanı’nda büyük bir arazi davalık olmuş. Dava bana geldiği zaman tam 46 yıldır sürüyormuş, bir ara buranın avukatlığını Erbil Koru takip etmiş. Daha sonra Şadi Gökmenoğlu almış o takip etmiş. Dava daha sonra bana geldi. Arazi çok büyük bir dönümdü. Hazine ile davalılar arasında idi. O davada çok büyük ve uzun mücadeleler verdim. Bunlar üç kardeş idiler. Ama sonunda davayı biz kazandık.
BÜTÜN AİLE PAZAR GÜNLERİ BİR ARAYA GELİR
Bizim aile tüm fertleri ile Pazar günleri toplanır, bir araya gelir. Bu hiç atlamaz hiçbir şekilde ertelenmez. Mutlaka Pazar günleri toplanılır. Bunu her hafta değişiklik olarak birimizin evinde toplanırız. Burada herkes bir araya gelir ve dertlenilir, sohbetler edilir.
DÜRÜST OLDUĞUNUZ ZAMAN ALLAH HER ZAMAN YARDIM EDİYOR
Çalışmayı çok seviyorum. Her sabah saat 7’de evden çıkarım. İstanbul caddesinde Dayı İşhanı’nda yazıhanem var. Ahmet Arısoy ile 1972’den beri ortaklığımız var. O yıldan bu yıla kadar kendisi ile hiçbir kırgınlımız, dargınlığımız, küskünlüğümüz olmadı. Her şeyimiz çok iyi, örnek bir birlikteliğimiz var. Dürüst olduk. Dürüst olduğunuz zaman Allah her zaman yardım ediyor.
LÜKSÜM YOK TEVAZUYU SEVERİM
İçkim kumarım yok, devamlı yürürüm. Kitap okurum, gazeteleri takip ederim. Evimde cumartesileri pazarları çalışmayı çok severim. Lüksüm ise hiç yok. Piyasada pek görünmem, ortalıkta görünmeyi sevmiyorum. Tevazuu severim.
TÜRKİYE’DE KIZILAY’IN EN UZUN SÜRELİ BAŞKANI
Kızılay’ın en uzun süreli başkanlık yapan insanıyım. Tam 45 seneden beri başkanlık yapmaktayım. Türkiye’de başka böyle uzun süreli başkanlık yapan yok. Kızılay Genel Merkezi’nde araştırma yaptım, en uzun süreli olarak başkanlık yapan, yani benden sonra Başkanlık yapan Erzurum Başkanı. Kendisi de 1965’te başkan olmuş.