İnsan sevdiğini anmasa, gönüller nasıl sükun bulur?
Eğer Allah kendi Esmasıyla parlatmasa bu ten nasıl aydınlanır?
Sevilmek isteyenin de kendini cilalamasından, parlatmasından daha anlaşılabilir ne var?
Bu süslemeler, süslenmeler, giyinip kuşanmalar, takıp takıştırmak, kokulanmak, sürünmek hepsi görünüp beğenilmek ve sevilmek için değil mi?
Kim tersini söyleyebilir ki veya söylese de kim inanır?
İnsan gerçekten de bilmez mi? Ruhunu cilalamadan istediği gibi sevilemeyeceğini?
Ten perdesi incelmeden, nefsinin gölgesi ruhun önünden çekilmeden aydınlanıp, parlayamaz. Bunu bilmez mi gerçekten de insan?
İnsanı sevilir ve görünür yapan ancak gönlü cilalayıp parlatmaktır.
Kendimden geçmeden sevebilir miyim?
Kendimden geçemezsem nereye giderim?
Kendimi kutsamak ta neyin nesi?
Hadi bir müddet besledim, yücelttim kendimi, sonra?
Kendime nasihatim olsun o vakit;
Eğer karşı kıyıya ulaşmak istersen, kendini bu kıyıda bırak. Ya yüzmeyi öğren, ya bir gemi bul, ya da bir köprü kur.
Sevmek ve sevilmek istiyorsan kendini anmayı bırak.
Gönlü vermeden bir başka gönül elde edemezsin.
O zaman gönüller de emanetmiş demek ki, sevdiğine teslim etmek için, içi doldurulup geri verilecek keseler. Gönül kesesi ancak sevdiğini anmakla dolarmış.
Kendini anan hep kendinden söz eden ne sever ne de sevilirmiş.
Gönül kesesinin ipi de dilmiş.
İp çözülünce de kese boşalırmış.
Ey Allah, ey ihsanı hacetler reva eden! Sana karsı hiçbir kimsenin adını anmak lâyık değil.
Bu kadarcık irşat kudretini de sen bağışladın, şimdiye kadar nice ayıplarımızı örttün.
Ezelde bağışladığın irfan katrasını, denizlerine ulaştır.
Canımdaki, bir katra ilimden ibarettir; onu ten havasından, ten toprağından kurtar!
Bu topraklar, onu örtmeden; bu rüzgârlar, onu kurutmadan önce sen halâs et! Mesnevi. 1.1880-84