Ahlak, bir toplumda sadece kadınları veya erkekleri, çalışanları veya patronları, öğrencileri veya öğretmenleri ilgilendirmez. O toplumun bütün fertleri, kendi üzerine düşen görevler konusunda en iyisini yapmak zorundadır.
Dün dolmuşta giderken anlatılan bir olayı duymak zorunda kaldım. Vatandaşın kalp damarlarında problemi tespit ediliyor. O da bir kalp damar cerrahında ameliyat oluyor. İlk muayeneye göre kalp damarlarının birisi tıkalı… Ama doktor, iki damara da baypas uyguladığını söylüyor ve bunu ait raporunu da düzenliyor. Hastadan buna göre de ücretini alıyor.
Adam hastaneden taburcu oluyor. Bir yıl kadar sonra yeniden bir kardiyoloğa muayene olduğunda beklemediği bir sonuçla karşılaşıyor. Tıkalı olan kalp damarına hiç dokunulmamış ve müdahale gerektirmeyecek şekilde açık olan kalp damarına bypass yapılmış. Gerçi ameliyatı yapan doktor şimdi fetö soruşturmasından tutukluymuş…
Buradaki amacım, “Biliyor musunuz doktorlar nasıldır?” diye başlayacak bir genelleme cümlesini kurmak değil. Ahlaklı olmak, bir mesleğe has değildir. Her zümrenin içinde değişik kıvamda insanları bulmak mümkündür.
Bir öğrencim, babasının aldığı asgari ücretin azlığından ve patronların ona para vermediğinden şikâyet etti. “Bu konuda ne yapılmalı?” dediğimde; “Devlet, asgari ücreti en az üç bin hatta dört bin lira yapması gerekir.” diye cevap verdi. Ona; “Bu konudaki sıkıntılara katılıyorum. Bugün asgari ücret miktarı insanca bir yaşam için uygun bir rakam değil. Ama devlet buna böylesi bir artış yapma kararı alsa, kaç kişi bunu uygulayacak? Zira ben bankadan aldığı asgari ücretin bir kısmını işyerine iade eden ve böylece daha az bir ücrete çalışan işçileri duydum.” diye bitirdim. Buyurun size başka bir ahlak kalitesi... Yani kanunlar da yetmiyor.
Tabi aynı soruyu emrinde işçileri çalıştıran patronlara sorsaydınız, onlar da işçilerinin mevcut asgari ücreti bile hak etmeyecek kadar verimsiz çalıştıklarını söyleyeceklerdi… İşçilere sorarsanız patronlar çok cimri, patronlara sorarsanız işçiler çok tembel, işten kaytarıyor. Öğrenciye sorarsanız öğretmenler ders anlatmamak için bin bir bahane üretiyor… Geç geliyor, erken çıkıyor... Ama aynı konuyu bir de öğretmene sorun bakalım… Bir kulak verin size neler anlatacaklar… Saygının, sevgini nasıl uçup gittiğine ait onlarca örnek verecekler.
Pazarcı deyince vatandaşın aklına domatesin- elmanın iyilerini öne gösterip, çürüklerini poşetin içine katan sahtekâr tiplemesi gelecek. Onlardan bir sürü dert yanacak. Oysaki bir köşesi yırtılmış, marketlerde- alışveriş merkezlerinde asla kabul ettirilememiş yırtık paralar, en kolay pazarda harcanır. Vatandaş; problemli parayı verirken kendini ahlaksız saymaz, ama poşette iki tane çürük domates bulunca, demediğini de bırakmaz.
Biz de vatandaş, “Siyasetçiler verdikleri sözü tutmuyorlar, yapacağız dedikleri şeyleri unutuyorlar…” diye kızar. “Her sorduğumda bir sürü mazeret üretiyorlar…” Diye yakınmasını dile getirir. Kendince haklı tabii… Söz verilmişse, hemen yapılmalı… Ama kendi istediğinin ne kadar ahlaki olduğuna da dikkat etmez. Belki de istediği şey; oğlunun torpille işe alınması, kızının tayininin yapılmasıdır. Bu istekleri olursa iyi, olmazsa… Yandı ha yandı… Böylesi bir şeyi isterken kendisi ahlaklı, ama bunu yapmayan suçlu… Amacım, kimseyi karalamak veya aklamak değil. Herkes kendi hesabını kendisi versin.
Olması gereken şey, bütün bir toplumun kendini ahlaklı olmaya azmettirmesidir. “Ben ahlaki ilkelere uymazsam bu toplum düzelmez… Ailem benden sorulur, çocuklarım ve hatta mahallenin çocukları da öyle… İş arkadaşlarım arasında bu konuda en hassas ben olmalıyım…” diyebilmek, bizi düze çıkarır.
Haydi bismillah...