Rivayet edilir ki, Şems-i Tebrizi Konya’ya geldiğinde Şekerciler Hanına indi. Bir hücre tuttu. Halk kendisini büyük bir tüccar zannetsin diye hücrenin kapısına nadir bir kilit taktı. Anahtarını da kıymetli bir hırkanın ucuna düğümleyerek omuzuna attı. Halbuki hücrede kendisinin eski bir hasırından, kırık bir ibrik ve bir tuğla yastıktan başka bir şey yoktu. On, on beş günde bir, az miktarda kuru ekmeği paça suyuna batırıp tirit yapar onu yerdi. (Ariflerin Menkıbeleri.)
Hz Mevlana benzeri bir hikayeyi Mesnevisinde anlatır. Hikayede kahramanın adı Evazdır. Padişah bir gün tebdili kıyafet ahaliyi tetkik ederken susamış ve bir çocuktan su istemiştir. Çocuk bir hayli geç gelmiş ve Padişahı bekletmiştir. Çocuk daha sonra elinde bir testi suyla geri dönmüş ve duruma öfkelenen susamış Padişaha verdiği cevapla Padişahın takdirini kazanıp, Padişahın arzusuyla saraya alınmıştır. Çocuk ne mi demiş? Hemen söyleyeyim:
-Padişahım geldiğinizde terliydiniz bizim de suyumuz soğuktur. Biraz oyalandım, teriniz kurusun siz de soluklanın ki, soğuk suyumuz sizi hasta etmesin.
Evaz sarayda da hızla mevki kazanmış ve bu ahalinin kıskançlığını celbetmiş. Tıpkı Şems gibi odasının kapısı hep kilitli olurmuş. Dedikodu almış yürümüş. Güya odasında Padişahın hazinesinden çaldığı altınları saklarmış. Dedikodu ayyuka çıkınca Padişahın emriyle kapısı kırılmış ve insanlar içeri girince duvarda asılı bir pösteki ve çarıktan başka bir şey bulamamışlar. Padişah zaten Evaz’dan eminmiş lakin yine de ahalinin arasında işin sırrını sormuş ki herkes duyup bellesin. Evaz ne mi demiş? Onu da hemen söyleyeyim:
-Padişahım siz beni köyden getirdiğinizde sadece bu pösteki ve çarığım vardı. Geldiğim yeri ve halimi unutmayayım diye bunları duvara astım ve her gün gelip bunlara bakarım. Kendime de derim ki, ‘Ey Evaz geldiğin yeri unutma.’
Hüsamettin Çelebi’nin Hz Mevlana’ya Şems’le olan hallerini sormasından olacak ki, Hz Pir, bir çoğunu hikaye yollu anlatmıştır Mesnevisinde.
Milletçe darlandığımız ve harlandığımız günlerdeyiz. Bize en büyük zararı verenler, kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve önceki hallerimizi unutturanlardır.
Mehmet Akif’e kulak verelim:
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyâya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insâniyyetin,
Nûr olup fışkırmışız tâ sînesinden zulmetin;
Yaşadıklarımız geçirdiğimiz beyin sarsıntısının artçılarıdır. Ey insan atlastın gidip kendini bir hırkaya yamadın der ya Hz Pir.
Hafızasını kaybetmiş bir toplum elbette yeni doğmuş bir bebek gibi yanında yöresinde kim varsa iyi kötü bilmeden eteğine sarılacak. Öyle yapmışız biz de. Şimdi gördük ve anladık ki dadılarımız düşman, bizden sandıklarımız da hain çıktı.
Şükürler olsun, biz kim olduğumuzu, ecdadımızı, nereden geldiğimizi unutsak ta Allah bizi unutmadı. Uyanalım diye dürtüyor habire. Endişeye mahal yok.
Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.