İSTANBUL - CENGİZ TOMAR
Bugünlerde hemen yanıbaşımızda yaşanan ve bizleri de derinden etkileyen Suriye iç savaşında savaşların en acımasız, dehşetengiz ve sinsi yöntemlerinden biri olan ve her zaman olduğu gibi öncelikle çocuk, kadın ve yaşlıları etkileyen kimyasal silahların kullanımı, modern çağda ilk olarak I. Dünya Savaşıyla birlikte başladı.
I. Dünya Savaşında harp halindeki her iki tarafın da kullandığı kimyasal silahlarla yüz binden fazla kişinin öldüğü tahmin edilmekte. O günden bu yana yüz yılı aşan süreçte en azından bir milyon insanın kimyasal silah saldırıları ile hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Pek çok çeşidi olan bu acımasız silahın günümüzde en bilinenleri hardal, klor ve sarin gazları.
Nitekim bu sinsi tehlikenin korkutucu toplumsal etkileri karşısında I. Dünya Savaşının hemen akabinde 1925 yılında kimyasal silahların kullanımının yasaklanmasına dair Cenevre Protokolü imzalandı. Protokol kimyasal silahların kullanımını yasaklamakla birlikte geliştirilmesi, üretimi ve depolanması ile alakalı herhangi bir sınır koymamaktaydı. Halbuki kullanılması yasak olan bir şeyin üretiminin ve depolanmasının yasaklanmaması kendi içinde çelişki oluşturmaktaydı. Zira kimyasal silahlar kullanılmayacaksa niçin üretilip depolanıyordu? Zehirli gazlarla ilgili en acımasız uygulamalar II. Dünya Savaşı esnasında Naziler tarafından toplama kamplarında yapılmıştı.
Obama'nın aşılan kırmızı çizgisi
II. Dünya Savaşından sonra pek çok ülke tarafından geliştirilen kimyasal silahlar maalesef 1980’lerden itibaren Ortadoğu bölgesinde sıklıkla kullanılmaktadır. Bunun en son örneğini İdlib iline bağlı Han Şeyhûn nahiyesinde çoğunluğu çocuk olmak üzere yüz civarında Suriyeli’nin ölümüne sebep olan Suriye’de gördük. Bölgede kimyasal silahlar ilk olarak 1980’li yıllarda Irak-İran savaşında Saddam Hüseyin tarafından kullanılmıştı. Kimyasal Ali lakaplı bir generale de sahip olan Saddam Hüseyin’in sonunu hazırlayan hadiselerden biri de 16 Mart 1988’de 6 binden fazla Iraklı sivilin öldüğü Halepçe katliamıydı.
Saddam Hüseyin tarzı ülke yönetiminin bölgemizdeki son temsilcilerinden olan Esed rejimi Suriye iç savaşında özellikle 2013 yılından itibaren savaşın bu en acımasız yöntemini sık sık kullanmakta. ABD eski Başkanı Obama’nın 2012 yılında Suriye iç savaşında kimyasal silah kullanımını kırmızı çizgi ilan etmesine rağmen 21 Ağustos 2013’te başkent Şam’ın muhaliflerin elindeki doğu banliyösü Ğûta’ya yaptığı kimyasal saldırıda 426’sı çocuk olmak üzere bin 500 civarında Suriyeli hayatını kaybetmişti. Doğal olarak rejimin üstlenmediği bu saldırının üzerinden bir ay geçmeden 14 Eylül’de Rusya’nın araya girmesiyle ABD ile bir anlaşma yapılarak 2014 ortalarına kadar rejimin elindeki tüm kimyasal silahların imhası üzerinde anlaşılmış olmasına rağmen 16 Eylül 2013’te Ğûta’da bir kimyasal saldırı daha gerçekleşmişti.
Saldırının zamanlaması
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2015’te almış olduğu kararla 2016’da kurmuş olduğu müşterek soruşturma komisyonu Suriye’de yapılan kimyasal saldırının tamamıyla ilgili olarak yaptığı soruşturmalarda bir sonuca varamamış olmakla birlikte bunlardan büyük kısmının rejim ve sadece birinin ise DEAŞ tarafından yapıldığına hükmetmişti. Buna binaen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 28 Şubat 2017’deki toplantısında Şam yönetimi için yaptırım kararı Rusya ve Çin’in vetosuyla sonuçsuz kalmıştı.
Henüz bu vetonun üzerinden bir ay geçmeden Hân Şeyhûn saldırısı geldi. Zira muhaliflerin elinde bulunan ve büyük bir nüfusun sıkıştığı Sünni İdlib cebi batı Suriye’de rejimin elinde olmayan en önemli bölge. Bundan sonra rejim ile destekçisi Rusya’nın hedefindeki en büyük alan. Kimyasal saldırının Rusya’daki terör hadiseleri, ABD’nin "Esed rejiminin kalıp kalmaması bizim meselemiz değil" açıklaması, Kerkük’teki bayrak ve referandum meselesi ile PYD/YPG’nin İdlib’den yapılacak bir saldırı karşısında Afrin’de tahkimat kurduğu esnada meydana geldiğini not edelim.
Suriye iç savaşında hem rejim hem de bölgede çatışan güçlerin işledikleri savaş suçları ile ilgili pek çok iddia mevcut. Varil bombaları, hastane, okul ve pazar gibi sivillerin yoğunlukta olduğu yerlerin bombalanması, işkence ve yargısız infazlar dünyanın gözleri önünde gerçekleşiyor. Bilakis bunlardan bir kısmını “yanlışlıkla"! Rusya ve ABD gerçekleştiriyor.
Uluslararası sistem beş ülkeden ibaret
Büyük ve bölgesel güçler ile taşeron terörist örgütlerin bilek güreşi yaptığı bir bölge konumuna dönüşen Ortadoğu’da savaş suçları ve bunların en dehşetlisi kimyasal saldırılar yapılmaya devam ediliyor. Pek bunun sorumluları kimler?
İronik bir biçimde Trump yönetimi, Suriye konusunda "tırsak" bir politika izleyen Obama yönetimini suçlamakla birlikte Hân Şeyhûn saldırısı Trump yönetiminin üçüncü ayında gerçekleşti. Uluslararası sistem dediğimiz ama aslında beş güçlü ülke ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’dan oluşan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ABD yönetiminin güçlü bir irade ortaya koyamaması, İngiltere ve Fransa’nın yani mülteci sorunuyla dahi baş edemeyen Avrupa’nın umursamaz politikası ile Rusya ve Çin’in ne olursa olsun Şam yönetiminin arkasında durması sonucunda hepimiz birkaç gün vahlandıktan sonra unutup, bir dahaki saldırıya kadar, gündelik hayatın hay huyuna dalacağız. Kimyasal Silahlar Sözleşmesi 1992’de onaylanıp bugüne kadar 188 ülke tarafından imzalanmakla birlikte başta ABD ve Rusya olmak üzere pek çok ülke kimyasal silah üretimine devam etmekte. Suriye, Kuzey Kore ve Angola gibi ülkeler ise Kimyasal Silahlar Sözleşmesini imzalamayı reddediyor.
Bölgede durum hiç iç açıcı değil ve uluslararası toplumun sefaleti Bosna savaşında 1995’te Srebrenitsa’da uluslararası toplumun güvencesindeki Müslüman Boşnakların Birleşmiş Miletler’e bağlı Hollanda askerleri tarafından düşmanlarına teslim edildikleri günleri hatırlatıyor.
[Ortadoğu siyasi tarihi ve uluslararası ilişkiler alanında uzman olan Prof. Dr. Cengiz Tomar, Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü ve Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesidir]