Okuyup şu olacak, üfleyip bu olacak diye büyütülen, lise veya üniversite bitirene kadar paranın nasıl kazanıldığını, nasıl harcandığını, milletin nasıl geçindiğini öğrenemeyen, ezilmemiş, hor görülmemiş, top oynayarak değil, çalışarak hiç yorulmamış çocuklar büyüyünce, yediği mirasa güvenerek tepeden bakabiliyor, insanları ezebiliyor, kendisine de millete de yazık ediyor!
Köylü çocuklarının işte, siyasette ve bürokraside neden daha başarılı olduklarını sanıyorsunuz! Okul dışındaki vakitlerde ailesinin uğraştığı iş neyse onun bi ucundan tutup hayatın zorluğunu erkenden gördüğü için. Ailesi zengin bile olsa ona da yapacağı bir iş olduğu için. Kuzu otlatmak, harman kaldırmak, buğday temizlemek vb...
Şehirde tosun gibi büyüyen, kışın servisle okula gidip yazın deniz kenarında güneşlenen çocuk ancak babasının bıraktığı mirası tüketir. En iyi okullarda bastırıp parayı okutsanız bile o çocuğun olgunlaşmamış bi tarafı hep olacaktır. Para olduktan sonra çocuk bi şekilde diplomayı alır, ama adamlık satılmıyor be dostum! Sonra da diploması var diye bu az yetişmiş çocuk, büyük adam sayılıveriyor ve ya bürokraside ya da siyasette çıkıyor karşımıza!
Köylüler tarlaya, esnaf dükkana, işçi uyduğu kadar işine götürmeli çocuklarını ve olgunlaşmalı, özgüveni oluşmalı çocukların. Elinden kör eşşeğin arpa yemediği yakışıklı ve varlıklı züppeler her zaman olacak ve çalışan çocuklar onlara hep imrenecek, ancak büyüdüğünde anlayacaklar meselenin aslını...
Bugün çektiğimiz sıkıntıların bir kısmı da işte bu insanlıktan nasiplenmemiş tosunların diplomasına veya kılığına, kıyafetine bakarak başımıza getirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Görüntüde yumuşaktırlar, konuşurken halim selim havası verirler, ibadet ederken coşarlar, ancak hep bi kin doludurlar! Ellerine geçen her fırsatta kinlerini kusarlar, öfkelerini saçarlar!
Hele mızrak çuvala sığmayınca gör onları! Tevil kabul etmez kabahatlerini kapatabilmek için her şeyi yaparlar. Allah onların kininden korusun ümmeti!..
Gönül Sermâyesi
Üstad Ali Ulvi Kurucu anlatıyor:
“Güneydoğudan Konya’ya göç etmiş çok sayıda muhacir bulunuyordu. Çoğu çaresiz kimselerdi. Dedem Veyis Efendi onların her derdine koşmaya gayret ederdi. Ninem, bir gün dedeme:
“Efendi, sen bu muhacirlere pek çok acıyıverdin, neden ki?” diye sordu.
“Muhsine sen ne diyorsun? Bunların içinde Peygamber sülâlesi var yâhu! Sâdâttan olanlar var. Bunların içinde dün aziz iken, bugün zelil olmuş; mevkiini parasını kaybetmiş olanlar var. Dün memleketi olan Van’ın, Mardin’in âyânı, eşrâfı, sâdâtı iken, bugün Dolav mahallesinde Cevizaltı’na sürgün düşmüş, muhâcir olmuş; ekmeksiz, sabunsuz kalmış, çamaşırsız kalmışlar. Sen ne diyorsun?
Efendimiz (sav) buyururlar ki: “Aziz iken zelil olmuş, mevkiini kaybetmiş olanlara, iyilikte bulunup yardım ediniz…” Muhsine, siz Allah’ın Peygamber’in emrini yalnız namaz, oruç, hac, zekattan ibaret mi zannediyorsunuz?
Biz yalnız muayyen ibadetleri, ibadet biliyoruz. Hayat baştan başa ibadettir. Hayatımızın her anı Allah’a kullukla geçecek… Biz kurulmuş saat gibi, belli ibadetler içinde, keyfimiz, zevkimiz, huzurumuz yerinde yaşıyoruz. Hâlbuki Rabbimiz: “Ben insanoğlunu ve cinleri, hiç kimseye değil, ancak bana kul olsunlar; yani hayatları bana kul olmakla geçsin; benim kulum olsunlar, başkalarının kulu değil; nefislerinin kulu değil; paralarının kulu değil; şanların şöhretlerin, fani saltanatların kulu değil, ancak benim kulum olsunlar diye yarattım…” buyurur.
Muhsine, bunların içinde bir de sâdât var, Peygamber evlâdı var. Bunlara hizmet benim din borcumdur. Namazım neyse, o budur. Peygamberim emrediyor…”
Dedem bunları söylerken ağladı:
“Ah Muhsine, zengin olsaydım da bunlara ben maaş bağlasaydım” dedi.
Dedem, bu muhacirleri yerleştirdiği Cevizaltı Medresesinin müderrislerindendi. Tabii medreseler kapanmadan önce… Buraları boşaldıktan sonra bu muhacirler gelince, dedem, mütevelli ile görüşerek, onların bu boş odalara yerleştirilmelerini temin etmişti.
O tetiği çekmek için yürek lazım!
Mafya babası haraçlarını toplaması için yeni bir tetikçi buldu. Seçtiği adam sağır ve dilsizdi. Çünkü baba, bu tetikçi yakalanırsa polise fazla bir şey anlatması mümkün olamaz diye düşünüyordu. Baba, bir gün ödemelerin geciktiğini fark etti ve tetikçiyi odasına aldırttı, bir de işaret dilini bilen tercüman buldular. Tercüman işaretle sordu:
"Para nerede?"
Sağır dilsiz işaretle yanıt verdi:
"Ne parası? Benim paradan maradan haberim yok. Neden bahsettiğinizi anlamıyorum."
Tercüman tercüme etti:
"Neden bahsettiğinizi anlamıyormuş."
Baba 38'liği koltuk altından çekip sağır dilsizin beynine dayadı:
"Şimdi sor bakalım, para nerede."
Tercüman işaretle sordu:
"Para nerede?"
Sağır-dilsiz kan ter içinde, işaretle yanıt verdi:
"Şehir merkezindeki parkta, büyük heykelin olduğu kapıdan girince soldan 3. ağacın kovuğunda iki yüz bin dolar var."
"Ne söyledi?" dedi baba.
Tercüman yanıtladı:
"Dedi ki, hala neden bahsettiğinizi anlamıyormuş, ayrıca o tetiği çekmek de biraz g.t istermiş."
Kılıçdaroğlugillerin adalet dedikleri ne ola ki!
Hain olduğundan henüz haberleri yokken, 'F' tipi diye hakaret ettikleri FETÖ'nün emrine girdikleri günden bu yana dedikleriyle yapıp ettiklerini, hatta farklı zamanlarda dediklerini yanyana veya alt alta yazın nasıl bir kepazelikle karşı karşıya kaldığınızı anlarsınız!
Çalanlar, yaşlı diye salıverilenler, yolsuzluktan dosyası bulunanlar, ülkesini satanlar, teröristler bir araya gelip yürüyorlar ve yürüyüşün sonunda talepler listesi açıklanıyor!
3-4 sene önceki ifadelerine göre Atatürkçülere kumpas kurulduğunda yürümeyenler, Deniz Baykal'a kaset kumpasında yürümeyenler ne hikmetse hain Fetöcüler tutuklanınca yürümeyi akıl ettiler!
16 Nisan referandumu ne kadar önemliymiş ki hala onun meşruiyeti olmadığını söyleyenler, OHAL ile devletin terörle ne kadar hızlı mücadele ettiğini görenler, 15 Temmuz'un yıldönümünde darbe girişimini kontrollü diye ti'ye alanlar, şehit ve gazileri görmezden gelenler, bilumum hainlerin hamiliğine soyunanlar, sizin adalet dediğiniz nasıl bir şey ki!