İnsan hayatında belli dönemler vardır. Planda, hesapta olmayan belli başlangıçların doğurduğu belli sonuçların ürünü olan kaos dönemleri… Bazen sorular, sorunlar, istifhamlar halinde hücum eden bir çığ hayalinin vücuda getirdiği bu dönemlerde bazı çırpınışların getirdiği yorgunluk bazı gayretleri ertelemenize sebep olur. Bazen sizin için vazgeçilmez olanlar bu dönemlerin faşist baskısı altında ertelenmenin diktasına maruz bırakılmıştır.
Atarsınız kendinizi bir atölye binasının arkasına, bırakıp attığınızın dumanını içinize çekerken, kulağınıza gelen cızırtıların şeytani fısıltılarını duyarsınız: “Demedim mi sana benden kurtuluş o kadar kolay değildir.” İbaresi biçiminde tebellür eden…
Bu yaz dönemleri bazen bana kıyamet gününü hatırlatır. Zira hep bu dönemde bulur beni bir yılın hesap zamanı… Her ne kadar şairin dediği gibi:
Hesapsız kitapsız bir halk içinde
Her saat hesabı sorulan benim…
Mısraları içinizde bir diken gibi belirse de dile dökmenin edepsizliğinin verdiği hicapla Yunus (a.s.) gibi bir tevekkülle “Lailahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin” demeyi tercih eder ve inlersiniz ümitvar bir helecan içerisinde… Sıcak içinde bilmem nerelere sürüklenmek mecburiyetinde kaldığım günler cehennemi duyarsınız bazen…
Ama her ne kadar ümitle dolu da olsa sineniz, haşrin yorgunluğu vardır üzerinizde hesabın teri dökülür boncuk boncuk yüzlerinizden… Ne hazindir orada unutuverirsiniz vazgeçilmezlerinizi… Hani ananın evladı tanımadığı o gündeki gibi… Yazacak yazılarınız vardır, okunacak kitaplar bekler rafta, yüzlere söylenecek sözler vardır… Dostlarla paylaşılacaklar vardır… Ama heyhat… Göstermezler gözünüze… Gözlere perde inmiş, ayakların bağı çözülmüştür… Her oluktan cehennemi alevler püskürür… Her kanalında felaket haberleri verilir ülkemin televizyonlarında… Gazeteler büyük puntolarla mensubu olduğu bir tarafın hezeyanını bağırırken; fillerin tepişmesinden otlar ezilmiş kimin umurunda… Zaten hiçbir zaman sahibi olmadıklarınızı kaybettiğinizi haber verir telin öbür ucunda bir başka ses…
Bazen durur bir etrafınıza bakarsınız bir kapıyı çakarsınız, bir dostun asık suratı tebellür eder zebanicesine… O da bilmem hangi zamanda bilmem hangi tarihte söylediğiniz bir sözden incinmemin hesabını sorar size… Ama haşrin bunaltan sıcağı altında sükuta uğrayan yalnız ağzınız kaleminiz değil, hafızanız da bundan nasibini alır.
Elhasıl dostlar, kısa bir ara verelim hasbi hale… Yine Memleket penceresinde buluşmak ümidiyle… Hesabımı verir vermez döneceğim… Sözümde durmazsam dünya haşrinin bir başka temmuz sıcağında da yakama yapışan siz olun!