Muhyiddin Arabi , Konya’dayken İplikçi Camii’nin önünden geçiyordu. Minarede bir müezzin ezan okuyordu. O sıralarda cami ve medresesi ile büyük bir külliye olan binanın etrafı Alâeddin tepesindeki eski bedestene sığmayan dükkânların taşınması ile oluşmuş büyük bir çarşıydı. Suk’ul Muhdes ya da yeni Pazar deniyordu. Bu yüzden sokaklar oldukça kalabalıktı. Ezan okuyan ismini kaynaklarda bulamadığımız o dönemin ünlü şeyhlerinden biriydi. Minareden “Allahu ekber ! Allahu ekber !” nidası yükseldiğinde,
Arabî durdu ve : “Yalan söylüyor !” diye bağırdı.
Düşünün bir an, bir şeyh “Allahu ekber!” , Allah büyüktür diyor. Bir başka şeyh ona “yalan söylüyor” diyor. Bu sahneyi bu gün yaşasak gençlerin deyimi ile “çarşı karışır…”
Ve yalan söylüyor diyeni sen ne demek istiyorsun haşa Allah büyük değil mi diye linç etmeye kalkan çok olur. Ama bir tarihçinin dediği gibi Selçuklu’da düşünce iklimi başkadır.
" Selçuklular dönemi dinsel inanışları zamanın ve halkların alacalı karmaşasını dile getirmektedir. Selçuklular, insanlara, önyargısız, dinsel kör inançların üzerinde bakmayı çok önceden öğrenmişlerdir."
Vladimir Aleksandrovich Gordlevski
Evet, ezan için sessizleşen sokaklarda artık neredeyse nefesler de tutuldu. İnsanlar işlerini bırakıp birer ikişer Muhyiddin Arabiye doğru yürümeye başladı. İşin sonu nereye varcak ve arkasından ne çıkacak herkes merak ediyordu. Çünkü minaredeki ezana devam ediyor. Arabi ise her cümlenin sonunda onu yalanlıyordu. Sonunda “La ileha illallah” tevhidi okundu. Arabi hiç tereddüt etmeden “yalan söylüyor” diye bağırdı. Kalabalığın sabrı burada bitti. Muhyyiddin Arabi ne kadar şöhretli bir alim olsa da Selçuklu Sultanın davetlisi olarak Konya’ya gelmiş ve yakın arkadaşı büyük alim Mecdüddin İshak (Sadreddin Konevi’nin babası) şehzadelerin hocası , sultanların danışmanı olsa da halkın da gözü önündeki olay için bir tepkisi olacaktı.
“Ey şeyh acaba ne dediğinin farkında mısın ?” diye sordular. Ve tartışma başladı. Sonunda Arabi : “Dikkat edin, ben söylenen sözün yalan olduğunu iddia etmiyorum. Bu adam yalan söylüyor, diyorum” dedi . Sonra açıkladı : “Allahu ekber , diyor ama Allah’ın büyük olduğuna inanmıyor . Söylenen doğru olsa bile söyleyen yalancıdır” dedi ve devamında o ünlü şeyhin hayatından örnekler vererek bunu ispatladı. Elbette o adam sadece bir müezzin değil şöhretli, tesirli biriydi ve Muhyiddin Arabi , halkı ifsad etmesine
mani olmak istiyordu. Bu yüzden şehrin en kalabalık semtinde her şeyi göze alıp o sahtekara meydan okudu. Sonra o riyakarın, gerçek yüzü ortaya çıktı ve halk bir musibetten kurtulmuş oldu.
Bu olay çeşitli kaynaklarda bazen isim vererek bazen de isim vermeden ya da mekan zikredilmeden anlatılıyor. Ama tüm rivayetler birlikte değerlendirildiğinde 1220 li yıllar , I. Alaeddin Keykubat dönemine , Arabi’nin Konya’da yaşadığı yıllara denk geliyor. Muhyiddin Arabi’nin Şam’da yaşadığı zannedilen bir çok olayın da aslında Konya da geçtiğine dair birçok delil var. Ama bu yazının konusu dışında olduğundan burada değinmeyeceğim. Fakat merak edenler için şu kadarını söylemeliyim şu anki bilgilere göre 1207 -1227 arası yaklaşık 20 yıl Muhyiddin Arabi’nin Konya’da yaşadığını söyleyebiliriz. Sanırım doğduğu Mursiye (Murcia), Endülüs ve 8 yaşında taşındıkları İşbiliye’ye (bugünkü Sevilla/İspanya) dahil hiçbir şehirde bu kadar uzun kalmadı.
Ama benim diyeceğim o ki , dini kendi kirli siyasi emellerine alet etmek isteyen riyakar ve sahtekarlara karşı Konya evliyası nasıl davrandı bir hatırlayalım.
Ve Şems bir başka riyakar için benzer bir tepki verdiğinde, dediler ki : “Allah’ın kelâmını, bu kadar iyi bilen bir insana bunları nasıl söylersin? “ O da şöyle cevap verir :
“Bu görünen kitabı bir Yahudi, bir Rum da ezberleyebilir. Nitekim Bağdat’ta bir Yahudi kadılık yaparak ün, nam ve hazineler dolusu mal elde etti. Yeraltında gizli sığınaklar inşa ettirdi ve silahlı savaşçılar tuttu. Amacı Halife’yi devirip Bağdat’ı ele geçirmekti. Neyse bildiğiniz gibi Halife durumdan haberdar oldu da onu yakalattı. Kaderi ve Kuran ilmi onu en yüksek kadılığa kadar yükseltmişti. Ama içi ihanetle doluydu.”
Ve Mevlana der ki: “ Size zehir yutturmak isteyenler asla onu tek başına sunmaz. Size ya balın içine katarlar ya sütün. O yüzünden her güzel söze aldanmayın. Asıl manasına , hedeflediği amaca bakın. Ayetlerin ya da hadislerin arasında sunulanlara dikkat edin , dikkat edin!”
Evet, tarih boyunca en büyük yalanlar iki gerçeğin arasına konularak yutturulmuştur. Tıpkı iki dilim ekmeğin arasındaki bir sosis gibi. Bir de lezzetli bir sosla , iyi hitabet , süslü kelimeler, efsunlu cümlele...
Ve gelelim keramete..
Şems anlatıyor : “Şeyh Evduddin’i ziyarete gittiğimde neyle meşgulsünüz diye sordum. O da gökteki ayı leğende seyrediyorum diye cevap verdi. Ben de dedim ki: Hayırdır , boynunda çıban mı çıktı? Neden başını kaldırıp Ay’i gökyüzünde seyr etmiyorsun?.. Gönül erinin önceliği gerçekleri görmektir. “
Konya evliyası hakkında örnekler o kadar çok ki tek yazıya sığmaz . Konya evliyası dediğimiz adı geçen geçmeyen bir çok isim hayatı pahasına zalimin, zulmün, karanlığın , yobazlığın, halkın özgürlüğüne kast eden odakların karşısında durdu. Konya henüz Cumhuriyetimizin başlarında Delibaşı isyancıları tarafından sürüklenip dövülerek, belindeki kuşağa kadar kana batmış Sivaslı Kemali Efendi gibi bir alimini kurban verdi. O alim ki kanlar içinde can verirken : “Allah’ım onlar bilmiyorlar bilseler yapmazlardı. Ben hakkımı helal ettim sen de bağışla..” diye cahiller sürüsü katillerine dua etti . Beddua etmedi. Belki soylarından bu millete zarar verecek kimse çıkmasın diye ve peygamberimizin sünneti olarak bu duayı tekrar ediyordu. Son nefesinde vatanını milletini düşünüyordu.
Tüm bunları yaşayan Konya’nın “Cumhurbaşkanın uçağını evliyalar korudu” şeklindeki beyanlarla yeni din tüccarlığına soyunanlara tahammülü yoktur. Bu halkın darbe gecesi gösterdiği çabayı küçük görmekten başka bir şey de değildir.
Eğer koruma görevi evliyalarınsa bu halk canı pahasına niye kendini sokağa atmıştır? O Allah dostları zaten bu halkın yüreğinin içindedir. Ama Cumhurbaşkanı’na sahip çıkan ordunun içindeki polisin içindeki ve sokaklardaki öz evlatları ile doğrudan doğruya Türk Milletidir.
Ve bu millet artık, kutsallarının, sevdiklerinin hangi şekil ve surette olursa olsun istismarcılarına fırsat vermeyecektir. Fetö elebaşına zamanında “yalan söylüyor” diye bağıramayan tüm din adamları ile de yolu ayıracaktır, diye inanıyorum.