Çok şükür Eylül, çok şükür Konya’nın “üzüm zamanı”…
Dimnitler, aladirizler, gutlar, büzgülüler sepetlerle, semt pazarlarının kenarlarına gelmeye başladı. Dikkatle baktığınızı gören satıcı “Hatıp üzümü bu”; “Sille üzümü bu” der. Anlarsanız ne demek istediğini; evde “üzüm şöleni” yapabilirsiniz.
Konya üzümlerini marketlerde, dev alışveriş merkezlerinde aramayın. Konya üzümleri oraları kayış gibi, sert yapancı üzümlere kaptırdı. Betonlaşmanın şerrine yerlerini kaptırdıktan sonra uclara çekildiler; olgunlaşınca da pazarların ucra köşelerinde görünüyorlar. Meraklısı arasın bulsun diye…
ŞEFFAF DİMNİTLER; DUT YAPRAĞI İLE YENEN PEKMEZ KÖPÜKLERİ…
Çok değil, budan elli yıl önce Konya bir “Bağ Şehri”ydi. Üç aileden birinin bağı vardı; binlerce dönüm baş, şehri bir yandan kuşatırdı. “Bahçeli bağlı, ahırlı samanlıklı”, kocaman “hayat”lı evlerde dev bir “pekmez ocağı”; inde üzüm çiğnenen mutlaka bir “çaraş” bulunurdu. “Çaraş” yalnız üzüm çiğnenen, yıldan yıla kullanılan, küçük havuz.
Bu mevsim, yani eylülün ortalarından itibaren Araplar’ın, Sedirler’in, Biçcimez’in, Uluırmak’ın, Sille’nin, Hatıp’ın cümle mahallelerini sıcak pekmez kokusu sarardı.
“Eski Konya”da bağ bozumu, pekmez kaynatmak, önü arkası birkaç hafta süren tatlı bir telaş. Konya’ya özgü bir ekonomik ve sosyal olay…
Şimdilerde Konya’nın “Merkez Bağları”nın; Araplar, Biçcimez, Sedirler, Kumköprü, Uluırmak, Çaybaşı bağlarının yerinde yeller esiyor. Binlerce dönüm bağın üstünde sefer tası gözleri gibi daireler yükseliyor. Bağlara bütün bir kış, bütün bir bahar su taşıyan çayırların üstü asfaltlandı, alıç ağaçları kesildi; kumrular da, kırlangıçlar da, ibibiklerde, rengarenk elma kuşları da gitti. Şunun şurasında Çayırbağı’nda, Hatıp’ta, Sille’de eskiye göre mendil kadar kalmış biraz bağ bulunmakta.
Selçuklular’dan, Karamanoğulları’na, onlardan Osmanlılara miras geçen; Cumhuriyet’e intikal eden bağlarımız, mendil kadar kalsalar da, yine bize, tadımlık olarak dimnit, aladiriz, gut, büzgülü veriyorları. Elden artık bir şey gelmeyeceğine göre buna da şükür.
GELİN, ELLİ YIL ÖNCEYE GİDELİM…
O zamanlar bağlardan pekmez ocaklı evlere onlarca araba yürürdü. Küfe dolu arabaların altından şıralar sızar, çaraşlarda sabah namazı üzüm çiğnenme başlar; pekmez ocakları yanar; ikindilerde pekmez savrulmaya başlardı. Herkeste dut yaprağı ile pekmez köpüğü yeme telaşı.
Gelin elli yıl önceye gidelim, 1964 yılı ekim ayında yayınlanan Türk Folklor Araştırmaları Dergisi’nde Celalettin Kişmir’in üzüm üstüne sahbetine katılalım:
“KONYA ÜZÜMÜ”
Baktın mı içi dışı görünür. Şöyle ışığa doğru tutuverin içinde ne var, ne yok hepsi sayılır bir bir. Kabuk mu var, Konya üzümünde? Yoksa hafif bir tad mı? İnsan oturdu mu kilo ile değil, küfe ile yiyeceğini sanır.
Bu mevsim siz, siz olun da sabahlan çay, süt, yumurta gibi ıvır zıvır şeyler yemeyin, içmeyin. Bir tabak üzüm, üzerinde boncuk boncuk duran su taneleriyle her şey demektir. Sabahleyin dükkânı açtınız değil mi? Biraz tulum peyniri, bir somun ekmek veya varsa çörek kese kağıdında yıkanmış. Konya üzümü. O nefis sabah kahvaltısının karın tokluğu akşama kadar sürer gelir.
Üzümü bir deste gül içinden seçermiş gibi alıp yiyeceksiniz. Şöyle bir elle tutacaksınız salkımı, diğer elle birer ikişer uzanacaksınız. Konya üzümünü yemek için yaratmış Allah. Pekmezi olmuyor. Keçeli olmuyor. Pekmez reçel yapacak mısınız, ayrıca şeker de katmak gerekiyor.
Bilirsiniz, şu günlerde Konyalı bağ bozumuna hazırlanıyor. .Bir pazar çoluk çocuk bir arabaya dolar, yanı başlarında da küfeler, sepetler bağa giderler. Konya’nın üzüm bağlarının özelliği vardır. Çoğu yol kenarına düşer. Bir ufak duvarı, bir ufak çiti bile yoktur. Gelip geçen yolcular uzanır, bir iki salkım alırlar, susuzluklarını giderirler.
Konya bağlan buşta buşta tarhlara ayrılmıştır. Her buşta arasında hemen hemen bir hark bulunur.
Evdeki hazırlık daha başkadır. Koca kazanlar ateşe vurulurlar. Çiğnenmiş üzümün şırası kaynatılır. Pekmez kaynatmanın en güzel yönü köpük olduğu zamanlara değer. Konu komşuya tabak tabak köpük gider. Köpük kaşıkla mı parmakla mı yenir? Hayır. Ya bir dut yaprağı, ya bir ceviz yaprağı kürek gibi yapılır, köpüğe daldırılır. Köpük böyle yenir.
Konya’da pekmez kaynatılırken reçellik ayrılır. Beri pekmez reçelleri arasında kabak ve balcan reçellerini pek severim. Hele kabak reçelleri kütür kütür olur, tadı damağınızda kalır.
Eskiden evlenenlere bağ verilirdi. Bağım var, senin olsun, denirdi. Kız da o bağın hatırına çoğu gelirdi.
Konya'nın bu şeffaf içi ve dışı görünen hafif ve nefis üzümü yanında başka çeşitleri de vardır. Peteği andıran, bir birine yapışık gibi iç içe girmiş kut üzümü, dimi ve aladirizi de bu arada sayabiliriz.
İnce kabuklu üzümün yenmesi kolay, tükenmesi de. Eylülden sonra arasanız da doğru dürüst bulamazsınız bu üzümü. Yerine büzgülü gelir. Hatta salkım salkım tavana asılır.Kış ortasında hastaya şifa niyetine verilir bu üzümler.
Konya’yı bu mevsim seveceksiniz. Yalnız üzümü ile değil, çeşitli meyvesi, havası, suyu ve insanlar ile birlikte sevecek ve Konva’ya Bir defa gelmişseniz, yedi defa geleceksiniz.
FEYZİ HALICI VE DİMNİT ÜZÜMÜ…
Dimnit üzümünün kadrini kıymetini en iyi bilenlerden birisi de Selçuklu’nun ozanı Feyzi Halıcı… Ona göre üzüm “dimnit”tir, başkaları hikaye…
Geçen yıllarda, Konya Turizm Derneği en hareketli yıllarını yaşarken Feyzi Halıcı yazı erbabı herkesi toplardı çevresine… onlarca etli ekmek yaptırılır, kocaman bir sepet dimnit üzümü, sora soruştura bulunur.
Feyzi Halıcı’ya göre sonbaharda etliekmeğe en yakışan yiyecek dimnit üzümüdür. Kapış kapış yenen bir etliekmeğin ardından, yeni koparılmış yemyeşil saplı kocaman bir salkım dimnit ziyafeti tamamlar.
Hayret bir şey…
Geçen Perşembe, Nalçacı Pazarının uçlarına ilişivermiş köylülerden dimnit üzümünü sorarken Feyzi Halıcıaklıma düştü. Ah burada olsa da, dimniti birlikte bulmaya çalışsak diye düşündüm. Feyzi Ağabey Eylülde Konya’da olmazsa, doya doya dimnit üzümü yemezse tedirgin olur, yaşamda bir boşluk hisseder.
Büroya gelince Çağrı’yı getirdi postacı. Eylül 2013/646. Sayı. Kapağın hemen ardında, ikinci sayfada, Feyzi Halıcı’nın “Dimnit Üzerine Şiir”; verilmiş.
Nasıl bir “tevafuk”, nasıl bir rastlantı? Aman Yarabbi… Pazara git, dimnit ara, Feyzi Halıcı’nın dimnit özlemini düşün; döndüğün zaman Çağrı gelsin, içinde “dimnit şiiri” olsun…
Çağrı’yı yöneten Fatma Bahar Halıcı Hanım Konya’da eylülün, eylülde dimnit üzümünün, Feyzi Halıcı’nın özleminin farkında.
Şiiri okuduktan sonra, semtinizde hangi Pazar kurulursa oraya gitseniz, Konya’ya özgü tarihi dimniti arasanız, bulsanız; bir sabah kahvaltısını Celalettin Kişmir’in dediği gibi yapsanız… Ya da, bir kara fırında bir etliekmek yaptırıp üstüne dimnit üzümü yeseniz. Şaptan şekerden bezdiniz; gönlünüze iyi gelir sanırım.
Buyurun.. “DİMNİZ ÜZERİNE ŞİİR”e…
Sabahtan indim pazara,
Dökülmüş yollara dimnit.
Gayrı tükenmek üzere,
Gider yadellere dimnit
Siyah üzüm, beyaz üzüm,
Durur niyaz niyaz üzüm.
Er tükendi bu yaz üzüm,
Düştü gönüllere dimnit.
Mayhoşça, incemi ince,
Etliekmek miktarınca.
Yârin katına varınca,
Belenir ballara dimnit.
Çayırbağ, Hatip, Gödene,
Merhemdir üzüm bedene.
Gör ki el eden edene,
Şifadır kullara dimnit.
Kara çıktı kahvede fal.
Üzüm söyler evlat - iyal.
Musalla bağları hayal,
Düştü ne hallere dimnit.
Çubuklar soyar fistanın,
Fezai söyler destanın.
Bozulma vakti, bostanın,
Ağıttır dillere dimnit.
Aşık FEZAİ
(09.09. 2013)