Konya’da doğmuş büyümüş, Türkçeyi ana lisanı gibi kullanan T.C. kimliği ile yaşayan Rum ve Ermeni vatandaşlarımızdan daha önceki yazılarımızda bahsetmiştik. Örnekler vermeye devam ediyoruz.
Ortaokul son sınıf veya lise bire ilk gittiğim yıllara ait bir anımdan bahsediyorum.
1039 veya 1940 yılları. O tarihte ‘DİŞCİ OSKAN’ namı ile tanımlanan bir dişçi vardı. Diplomalı diş hekimi idi. Ermeni asıllı idi.
Muayenehanesi Kebapçılar içinden İstanbul Caddesine çıkan sokağın içinde dükkanların üstünde bir yerde idi.
Karşısında da şimdiki beyaz eşyacı Küçükarmağanların mağazasının üstünde Silleli Dişhekimi SABRİ ŞENALTAN’ın muayenehanesi vardı. Sabri Şenaltan ağabeyimin arkadaşım olduğu için Diş ve Ağız Sağlığı ile ilgili işlerimiz için onu tercih ederdik.
Bir Pazar günü akşama doğru dişimi ağrımaya başladı. Saatler ilerledikçe dayanılmaz hal aldı. Haberleşecek o tarihlerde telefon ilaç yok. Çareyi sabahın köründe dişçi Sabri Şenaltın’ın muayenehanesinde aldım. Ama ne çare kapalı idi. Kaldırımı ayaklamaya başladım.
İşte bu dakikalarda Dişçi OSKAN ağabey muayenehanesindeki penceresinden dışarıyı seyrederken benim ıstıraplı halimi görmüş, meslektaşı Sabri Şenaltan’ın da İstanbul’da olduğunu biliyormuş, üşenmemiş, aşağıya inmiş yanıma geldi. Kendini tanıttı. Sabri Bey’in durumunu anlattı. Ve bana yardımcı olmak üzere beni muayenehanesine davet etti. Ayağıma gelen nimeti tepmedim. Kabul ettim.
Beni bir güzel muayene etti. Çürük dişimi tespit etti. Tedaviye başladı ve ağrıyı durdurdu. Bir gün sonra daha erken saatlerde tekrar gelmemi söyledi. Gitmeye hazırlanırken salmadı.
Aşağıya sokağın başında sabahları tezgah kurup (SALEP) hazırlayıp simit-çörek vesaire satan, öğleden sonraları da Kayalı Park önünde dondurma pazarlayan meşhur Şaban Usta’dan pencereden işaret edip iki kişilik kahvaltı getirmesini istemiş. Haberim yok. Kapı açıldı. Şaban Usta elinde tepsi ile boyu bir metreden uzun ‘ÇÖREK’ dilimlenmiş halde büyük boy kulplu bardaklardaki iki salep ile kaşar peyniri vesaire ile içeri girdi.
Oskan Bey- ‘Sen bugün tanrı misafirisin. Bu da benden’ dedi.
Kahvaltıyı beraber yapıp teşekkür edip ayrıldım.
İkinci gün aynı saatte gittim. Selam verdim. ‘Aleykümselam’ diyerek mukabele etti. Koltuğa oturttu. Çürük dişimi doldurdu. Alt çenemde vaktiyle çektirmiş olduğum bir dişin boşluğu vardı. Bir gün evvel bana hissettirmeden ölçüsünü almış Krom madeninden bana da bir köprü yapmış onu da takıverdi.
Para bakımından hazırlıklı gitmiştim. MÜMKÜN MÜ?
-Bunlar benim hediyemdir’ dedi.
İşte sizlere TÜRK-RUM-ERMENİ ilişkilerini belgeleyen güzel bir örnek. Bu örneklerin daha binlercesi var.
İşte biz bunlarla böyle yaşadık. Bu günlere böyle geldik.