İstanbul Efendisi şöyle söyler:
Luhumu müteaffineyi, hububatı mağşuşeyi, ruganı zeytü sadeyi, noksanülvezin nanı azizi… çarşuyu bazarı bilinkıta keştügüzar ederek bu misillu mekulat ve meşrubatın revacına meydan vermemek gerek.
Emrindekiler derler ki:
Sayei âlinizde esnafa bu gibi şeyleri sattırmıyoruz efendim. Vurgunculara göz açtırmıyoruz. Yabancı madde katıştırılmış yağları yasak edip denize atıyoruz. Satanlara yirmiden aşağı değnek vurmuyoruz. Aslen, bunlara ibretenlissairin yirmi değnek değil elli değnek vurmalı… Esnafın hile hurdasının sonu yok.
İstanbul Efendisi devamla:
Bunları derk ve teyakkun etmeli, vurgunculara aman vermemeli. Kestikleri dişi koyunlara diğer ağnamın alâmetifarikasını raptederek halkı ifal eden kasap esnafına dikkat etmeli… Mahallat pazarlarına, viranelere, izbe köşelere çöp atmalarına meydan verilmemeli, zira böyle izbe yerlerde teraküm eden müzahrafat taifei cine makar olur. Taifei cinin tabakai süfliyesi böyle yerlerde karar bulur. Neuzubillahi Teala birtakım insanları taun, veba gibi birçok tehlikelere gark ederek çarparlar.
Sonra da maiyetiyle çarşıya dalar… Sağı solu inceler, esnafa, hiddetle çıkışır:
-Bu ne hal, mecralar taşmış, çeşmeler akmaz…
-Yollarda yürümek mümkünsüz, kaldırımlar bozuk…
-Bu semtin her ciheti çamur deryasına dönmüş.
-Şuracıkta tımarsız bir eşek anırarak koşturup duruyor.
-Çamurların içine atılmış sepetler, damacanalar, bir de eşek semeri gördüm.
-Bu mahallenin mütevellisi huzura gelmeye ihzar olsun.
Mütevelli gelir, mahallenin ödeneğini sorar…
Ödenek olduğu halde mahallenin perişanlığının cezasını, o mahallenin teslim edildiği kişisini görevden alarak verir.
…
Sonra…
Adamlarından birisi bir fındık sıçanını kuyruğundan tutmuş, bakkaldan çıkar gelir.
-Efendim pekmez küpünden çıktı.
İstanbul Efendisi bunun da hesabını pek çetin sorar:
-Bu nedir murdar herif?
-Aman efendim merhamet et, bu kör olasıya ne kedi hayrediyor ne kapan. Yandım ellerinden, yandım.
-Pekmez küpünün ağzını niçin açık bıraktın ha?
-Aman efendim ben ne edeyim. Eceli gelmiş, pekmez küpünde ölmüş, benim suçum ne?
-Kırın pekmez küpünü, alın aşağıya... Hepsine elli sopa vurun.
-Amanın bir küp pekmezim gitti, üstüne de elli sopa. Elli sopa yenir mi a dostlar, yenir mi?
-Pekâlâ, elli sopayı yemez isen (Fareyi göstererek) yut şunu.
-Yutamam, amanın yutamam…
-Ya elli sopayı yersin, ya yutarsın…
-Yutamam… Ah yutamam…
***
Konya Devlet Tiyatrosu’nda İstanbul Efendisi isimli oyun var.
Bu sezon sahneye konulan oyunlar içerisinde zihni de yorgun olanların uyumadan izleyecekleri bir oyun.
İstanbul Efendisi denilen Kadı Efendi’nin bazı batıl inançlarından söz edilse de çok kötü bir karakter haline getirilmemiş.
Hem oyuncu, hem de oyun İstanbul Efendisi’nin hakkını vermiş.
Diğer karakterlerin münasebetsizliklerine ise diyecek yok!
Yukarıda alıntıladığım diyaloglar da aşağı yukarı İstanbul Efendisi’nin bir çarşı denetiminde söyledikleri…
Bunları işitince Konya’nın Efendisi’nin kim olabileceğine dair sorular geçti kafamdan…
Yakın zamanda Konyalılara at eti yediren bir lokanta sahibine verilen komik ceza aklıma geldi…
Bir de Konya sokaklarını şöylece gezip, ilgili kişilerin ilgisizliklerini cezalandıran, onları görevden alan bir ‘Efendi’ ne iyi olurdu, dedim.