MEMLEKET’E MASALLAR
KÖR ŞEYTAN
Evvel zaman içinde, şehrin birinde, şeytan fazla mesai yapmış ve yorulmuş. Ayaklarını uzatıp kahvesini içtikten sonra keyfi yerine gelmiş. Hiç olmayacak bir şey, iyilik yapmak gelmiş içinden ve fırsat kollamaya başlamış.
Mahallelerin arasına dalmış. Açık kapılardan içeriye bakmış. Kimin başına istemediği, istemeyeceği bir olay gelirse, hemen onun adını hatırlıyormuş ve suçu ona yüklüyormuş. “Kahrolası şeytan” diyormuş, “kör şeytan” diyormuş. “Lânet şeytan, sen sebep oldun” diyormuş.
O dolaşırken vakit akşam olmuş. Kimi aceleyle ve yorgun evine dönerken, kimi yaşlılar mahalle mescidinin önünde toplaşmaya başlamışlar. Tam bu sırada iki katlı, bahçe içinde güzel bir konak görmüş ve bahçeye girip oturmuş. Ortalığı gözetlerken gözüne ilginç şeyler ilişmiş.
Bir kuzu, mini minnacık bir kuzu, boynundan sıkı bir tasmayla ve kısa bir iple bağlanmış ve önüne bir tutam ot konulmuş. Zavallı hayvan önüne konulan otu beğenmiyor, az ötedeki kadife çiçeklerine hamle ediyormuş amma, ip kısa, yetişemiyormuş. Arada bir meleyerek bağırıyormuş ama dinleyen yokmuş.
Bahçede kıymetli heykeller varmış. Düzenli, güzel bir bahçeymiş. Kapıya yakın yerde köpek kulübeleri varmış.
Akşam üzeri evin beyi gelmiş. Ev zengin evi olduğu için, hizmetçili, uşaklı bir evmiş. Aile, çocuk çoluk neşe içinde yemeklerini yemişler. Yemekten sonra herkes kendi ilgilendiği neyse onun başına gitmiş. Ay bahçenin ortasına doğmuş ve ortanca çiçekleri kocaman kar topları gibi ayın aydınlığında parlamışlar. Şeytan gizlendiği yerden olan biteni seyrediyormuş.
Vakit geç olmuş ve herkes yatma hazırlığına başlamış. Ay bile yorulmuş ve kara ve kalın bir bulutun arkasına gizlenip o da uyku hazırlığına girmiş. Zifiri karanlık olmuş ortalık.
Sabaha karşı kuzu, bağlı olduğu yerden huzursuz dönüp dururken, durgun geçen bu günün şerefine şeytan, bir iyilik yapmak istemiş ve kuzuya yaklaşmış, onu serbest bırakmayı düşünmüş. Hayvanı, gidip gönlünce dolaşsın ve kadife çiçeklerini istiyorsa yesin diye kafasından geçirmiş. Sonra caymış. Bu aptal küçük kuzu bahçeyi berbat ederse, yine suçu kendisine bulacaklar diye çekinmiş ve kuzuyu serbest bırakmamış. Ama hayvana da acıdığından, onun tasmasını biraz gevşetmiş ve ipi birazcık uzatmış. Sonra tekrar yerine çekilmiş ve uykuya dalmış.
Kuzu, ipi biraz genişleyince çok memnun olmuş. Oynayıp zıplamaya başlamış. Öylesine coşmuş ki, sağa sola, ipin müsaadesince koşarken yakınında bulunan kıymetli bahçe heykellerinden birine çarpmış. Heykel büyük bir gürültüyle devrilmiş ve kırılmış.
Bu gürültünün sebebini merak eden hizmetçi kız telaşla bahçeye çıkmış ve olanları görmüş. O heykelin bahçe için, hele hele beyefendi için ne ifade ettiğini bildiğinden korkuya kapılmış ve ağlamaya başlamış. “Beyefendi bu heykelin kırıldığını görürse beni mutlaka kovar ve işsiz kalırım, aç kalırım diye hüngür hüngür ağlarken kuzuya yaklaşmış ve alçak kuzuya, bu kazaya sebebiyet verdiği için esaslı bir tekme atmış. Tekmeyi şiddetli vurduğu için kuzu kafasını orada bulunan kuyunun kenarına çarpmış ve hemen oracıkta ölmüş. Ölürken de epeyce bir melemiş.
Bu gürültülere ve melemelere uyanan evin uşağı, yani erkek yardımcı bahçede bulunan hizmetli evinden pijamasıyla çıkıp gürültülerin olduğu yere seğirtmiş. Olanlara ve gördüklerine inanamamış. “Ne oldu böyle?” diye sormuş hizmetçi kıza. Kız olanları aceleyle anlatmış. Uşak sinirlenmiş ve hizmetçi kıza: “Hanımefendi bu kuzuyu ve heykeli nasıl severdi bilirsin. Şimdi seni de beni de kovacaklar, aptal kız, hep senin yüzünden” demiş. Sonra kızı hızlıca itmiş. Zaten olanlardan perişan durumda bulunan hizmetçi kız boş bulunmuş ve itelemeyle kafasını havuzun kenarına vurmuş, kafası patlamış ve ölmüş. Tabii, ölürken de epey çığlıklar atmış.
Çığlıkları duyan evin hanımı üstünde incecik bir gecelikle bahçeye çıkmış. Gözlerini karanlığa alıştırdıktan sonra uşağın dikildiği yere koşmuş. Olanları dehşet içinde seyretmiş. “Ne oldu, demiş, ne oldu böyle, her taraf perişan ve sen sâkin, ayaktasın? Ne oldu, bu kızı sen mi öldürdün?” diyerek uşağa saldırmış. Uşak kenara çekilip, kadının tokadından kurtulduktan sonra, olayı anlatmaya çalışmış, “istemeden oldu” falan derken kadın öfkesini yenememiş ve tekrar uşağa hamle edince, uşak kenara kaçıvermiş. Ayağı kuzunun ipine takılmış kadının ve başını şiddetle kuyunun kenar duvarına çarpmış ve oracıkta bir-iki çırpındıktan sonra hareketsiz kalmış. Evin hanımı da ölmüş böylece.
Şeytan olan biteni hayretle ve dehşetle, gizlendiği yerden seyrediyor ve hayretler içinde kalıyormuş.
Derken bütün bu hengâmenin patırtısından uyanan evin beyi, sırtında yatak kıyafetiyle bahçeye çıkmış. Gördüklerinin onu dehşete düşürmesi normal karşılanmalı. Değerli ve beğenilen bir sanat eseri olan heykel dörde bölünmüş, ayaklarının altındaymış. Sadık ve garip hizmetçi kız cansız yatmaktaymış. Ve sevgili eşi, karısı, çocuklarının anası boylu boyunca ve cansız, çimlerin üzerine uzanmış durumdaymış. Merdivene oturmuş, başını elleri arasına almış ve uşağa haykırmış: “Çabuk buraya gel ve olanları bana anlat!” Uşak korkusundan ne yapacağını şaşırmış ve sözde anlatmaya başlamış. Dili dolaşıyormuş. Kem küm etmiş. Arada bir “kör şeytan” diyormuş. Şeytan, olduğu yerden duyuyormuş bunu. Evin sahibi bağırarak ayağa kalkmış ve yanında getirdiği tabancayı uşağın kafasına dayayıp ateşlemiş. Tek kurşunda uşağın beyni dağılmış ve yere yıkılmış.
Ortalık iyice aydınlanmış. Etraf aydınlandıkça durumun vehameti daha belirgin hale geliyormuş. Adam sinirinden ter ter tepinirken, şeytandan yana yürümüş. Şeytanı elbette göremiyormuş. “Allah’ım, ben ne yaptım” diye hıçkırmış adam. “Şimdi bunların hepsini benim öldürdüğümü sanacaklar. Bunca kayıptan sonra bir de zindanlarda çürüyeceğim. Kimse bana inanmayacak.
Tam bu sırada, bahçedeki ceviz ağacına kapkara bir karga konmuş ve sanki “bütün olanları gördüm” der gibi birkaç defa “gak”lamış. Adam tabancasını önce ona doğru kaldırmış, hızlı bir karar değişikliği yapmış ve silahı kendi şakağına dayayıp tetiğe asılmış. Önce büyük bir gürültü olmuş, sonra derin ve sonsuz bir sessizlik önce bahçeyi, sonra bütün bir semti sarmış.
Şeytan, olanları dehşet içinde seyrediyormuş. Ortalık sessizliğe bürününce gizlendiği yerden çıkmış ve elini beline koyarak bir süre, yerde yatanları seyretmiş.
Sonra ellerini kaldırıp konuşmaya başlamış:
“Allah’ım, olanları sen de gördün. Ben, üstelik iyilik olsun diye sadece kuzunun ipini gevşetmiştim. Ondan sonra olanlarda benim bir suçum var mı? Hiç karıştım mı onların işine? Benim burada suçum var mı? Ama senin kulların her gün bana iftira ediyorlar. Durumu sen biliyorsun. Kendi beceriksizlikleri yüzünden uğradıkları her zararın makbuzunu bana kesiyorlar. Sen âdilsin. Lütfen söyle, benim bunlarda bir vebâlim var mı?”
Sonra o bahçeden çıkmış, yola koyulmuş. Çocukların okula gitme saatleriymiş. İki sokak ötede bir kadın çocuklarını kapıdan okula uğurlarken tenbih ediyormuş:
“Aman çocuklar, uslu olun, akıllı olun, sakın şeytana uymayın, aman sakın.”
Lâhevle çekip yoluna devam etmiş.