Korku ve Endişe

Mustafa Yiğit

Korku ve endişe duymamız gereken şey…

 

Ben hala aynı yerdeyim.

Bu ülkenin en büyük derdi ne “şeriat gelecek” endişesi, ne de “darbe olacak” korkusudur.

Bunlar bir şekilde halledilebilecek türden dertler.

Siyasi, ekonomik dengelerin değişmesi sonucu bu korkular ve endişeler de yer değiştirir.

Bazen birisi ön plana çıkar, bazen diğeri, ama her ikisi de şimdilik en azından yakın gelecekte gerçekleşmeyecekmiş gibi görünüyor.

Benim ise en büyük endişem ve korkum, Türk toplumunun nezaketsizlik katsayısının giderek artıyor olması.

 

En başta minibüs şoförleri olmak üzere, diğer toplu taşım şoförleri, semt pazarlarında satış yapan sebzeciler ve  yeni yetişen genç nesil, benim bu korkumu ve endişemi artırarak devam ettirmeme sebep oluyorlar.

Otobüsü, minibüsü kendi özel malıymışçasına kullanan ve kamu yararına çalıştığını unutan, yolcusuna saygısız, küfreden, neredeyse yolcusunu döven şoförlerden nasıl endişe duymayayım, nasıl korkmayayım.

Pazarda taze meyveleri, sebzeleri tezgahın önüne koyan, size tartarken arkadaki bayat ve çürümüşlerini terazinin gözüne fütursuzca koyan pazarcıdan nasıl endişelenmeyeyim, nasıl  korkmayayım.

Ve nihayet, toplu taşım araçlarında yaşlıya, engelliye, çocukluya saygı göstermeyen, onlara ayrılan koltuklara yayıla yayıla oturan ve yer vermeyi bir saniye bile aklından geçirmeyen  gençlikten nasıl korkmayayım.

 

Bu gençleri bizler yetiştiriyoruz.

En nihayetinde bizim çocuklarımız, kardeşlerimiz.

Demek ki yetiştiremiyoruz!

Otobüste yer verme konusu aslında bazı zamanlarda çok daha ilginç bir şekilde tezahür ediyor.

Bu bilinçli mi yapılıyor, bilinçsiz mi bilmiyorum.

Ancak benim gözlemlediğim ve gerçekten çok üzüldüğüm  bir şeyi sizlerle paylaşmak istedim.

Aman şimdiden söyleyeyim de  bu gözlemim iddianame konusu yapılmasın. .

Çünkü bu örneği sadece nezaketsizliğin geldiği boyut bağlamında veriyorum.

 

Hiçbir siyasi göndermede bulunmuyorum.

Toplu taşım aracındasınız.

İçeriye iki kadın giriyor.

Biri altmış yaşlarında yaşlıca bir bayan, başı açık.

Diğeri genç ve tesettürlü.

Oturaktakiler tesettürlüye yer veriyorlar, yaşlı bayana vermiyorlar.

Bunu bir defa görsem pek dikkatimi çekmezdi.

Ancak pek çok defa gördüm maalesef.

Oysa ki bizim kültürümüzde kadına, yaşlıya, engelliye yardımcı olmak; rengine, ideolojisine, kimliğine bakılmaksızın yardımcı olmak anlamını taşır.

En azından bunu ben böyle biliyorum.

 

Üniversitelerde nasıl ki başörtülü kızlara öğrenim yasağı koyma ve onların eğitim hakkından yoksun bırakma çok kötü ve saçma bir uygulama ise, bu gördüğüm şey de Müslüman’ın nezaket ve etik anlayışına  yakışmayan ve gerçekten üzücü ve bir o kadar da düşündürücü bir hareketti.

İnsanların kafasındaki bu saçma sapan ayrımcı dünyayı nasıl yıkarız bilmiyorum, ancak aslolan “insan” olmaktır ve insan gibi davranmaktır.

Müslümanlıkta, demokratlıkta bunu gerektirir,  sağcılıkta, solculukta.


Karşımızdakinin ne ya da kim olduğu değil, ne durumda olduğu daha önemli değil midir?

Siyasi, iktisadi kargaşadan farkına varamamışız, hatta çoğu defa bunlar bahanesi olmuş nezaketsizliğimizin.

Bu bahaneler arkasına sığınarak çoğu defa kırıyoruz, döküyoruz etrafımızdakileri.

Bizim ne dünya görüşümüze, ne de geleneğimize uyan çok kötü davranışlar sergiliyoruz.  Gittikçe lümpenleşen, birbirine saygısı olmayan, hatta bu davranışları fütursuzca sergileyen  nezaketsiz bir toplum haline geliyoruz.

Bu, bizi gerçekten korkutmalı.

Asıl bu nezaketsizlik, toplumumuzu yiyip bitirecek, yok edecektir.