Özellikle fotoğrafçılığa bulaştıktan sonra ülkemizin bir çok yerini görme imkanım oldu. Konya çevresinde görmediğim pek az yer var. bu geziler, yaşadığımız toprakları görme, insanları tanıma fırsatı da verdi. Karşılıklı acılarımızı, sevinçlerimizi paylaştık. Bu güzel bir şeydi elbette, ama özellikle dağ köylerinden her dönüşümde içimde bir burukluk kaldı. Kimi köylerimizde insanlarımız öylesine zor şartlarda yaşıyorlar ki isyan ediyor insanın yüreği.
Geçenlerde bir arkadaş toplantısında böyle bir köyümüzün sorunlarını anlatırken, içlerinden biri “Onlar da her şeyi devletten bekliyorlar” deyiverdi. Söyleyişi “Fakirlik edebiyatı yapma” havasındaydı. Bir gerçekliği duymaya dayanamamıştı katı yüreği. Anlattığım insanlar her şeyi devletten beklemiyorlar ama varını yoğunu hortumculara kaptıran devlet biraz da o insanları görmeli.
Bir seferinde, bir yaz günü Hadim’in Oduncu köyüne çıkmıştık. Dağın başında yoksul bir köy. Eli iş tutan gençler kaçmış köyden, yalnızca ihtiyarlar kalmış. Bahçeler köyün hemen altında. En kabadayısı birkaç yüz metrekare. Serçe parmağı kalınlığında bir su akıyor bahçelere. Oda içi kadar bir yere beş altı çeşit avar ekmişler. Aynı görüntülerle birkaç hafta önce gittiğim Akören’in Dutlu köyünde karşılaştım. Köy susuzluktan kırılıyor. Tarım için arazi yok. Üç-beş keçi koyunla idare ediyor köylüler. Yirmi dört hanenin bahçesi köyün altında, yine serçe parmağı kalınlığında akan bir suyla idare ediyorlar. İçme suyunu tankerle Akören’den getireceklermiş. O bir göz oda büyüklüğündeki bahçelere bakarken devletin verdiği doğrudan destek kredileri geldi aklıma.
Bozkır’ın Kuşça diye bir köyü var. ilk gidişimizde onlarca kadın bir çeşmenin başında su sırası bekliyorlardı. Bizi görünce çevremizi sarıp yana yakıla hallerini anlatmaya başladılar. Yoksulluk, yoksunluktan daha beter olmuş susuzluk. Bir gün önce cenazelerini yıkamak için Bozkır’dan tankerle su getirmek zorunda kalmışlar. Aynı su derdi Avdan’da da var. belediye Başkanı kendi imkanları ile bu soruna bir çare bulmaya çalışıyor. Açtığı dört kuyudan bir sonuç alamamış. Torosların kayalıkları ile cebelleşmek ayrı bir dert.
Karadağ’da Üçkuyu köyünde beş-altı hane var. Besledikleri beş on keçi ile idare ediyorlar. Tarla yok, bahçe yok. Orada Kadir diye bir çobanla arkadaş olmuştuk. Kırk keçisi ile geçimini temin etmeye çalışıyordu. Küçük bir kızı vardı. Kader. Okuma çağı gelince onu okutması için Kadir’e yalvardık. Kadir kızı Kader’i okutmak için keçilerinin otuzunu satıp Arıkören’de bir ev almış. On keçi ile kalmıştı. Bir gidişimizde arkadaşlarımızla aramızda para topladık. Meram Belediyesi’nden erzak aldık. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Özkafa yüz milyoh verdi, getirip verdik Kadir’e ama dökme suyla değirmen dönmez ki. Şimdi Kader ilköğretimi bitiriyor, o dağ başında kalmış bir kardelen ama bundan sonrasını okuma şansı yok. Kadir’in de okutma imkanı.
O güzel insanlar aklıma geldikçe Koca Yunus’un dizeleri de gelir aklıma: “Gitti beyler mürveti/Binmişler birer atı/Yediği yoksul eti/İçtiği kan olmuştur.”