Her kriz kendi içerisinde bir dizi fırsatlar da sunar. Karaborsacılık da diyebilirsiniz siz buna kabaca. Krizde kazanmak, bir diğerinin kaybetmesiyle mümkündür ancak. Öyle ya, biri kazanıyorsa bir de kaybeden olmalı. Yani fırsat dediğimiz şeyin arka planında iflas, göz yaşı hatta intihara varan derecede cinnetler olabilir, ama yine de kaybeden kaybedendir. Asıl olan kapitalizmin ilk kuralı; kazanmaktır...
2001 ekonomik krizinde o zamanki İttifak Holding yöneticilerinin övünerek anlattıkları bir hatıramı aktarmak istiyorum. Bu şirketle açık hesap çalışıyorduk ki belli tarihlerde onlar bize ödeme yapıyor, biz de bir kaç gün sonrasına başka yerlere borçlarımızı kapatıyorduk. Tabi biz güven esasına dayalı çalıştığımız için çek veya senet almak yerine sözle iktifa ediyorduk, ama kendi ödemelerimiz için çek yazıyorduk; nihayetinde ölümlü dünya, söz uçar yazı kalırdı bizim için...
2001 yılının ocak ayı sonunda alacağımızı tahsil etmek için gittiğimizde İttifak Holding yetkilileri bize 'tüm ödemeleri ileri bir tarihe erteledik' dediler. 'Nasıl yani, bize sormadan, rızamızı almadan böyle bir kararı nasıl verebilirsiniz' dedik, ama onlar çok büyüktü ve biz bir sinek kadar küçüktük onların yanında. Karar verilmişti, tüm nakitler dövize çevrilmiş, hatta fazla araçlar bile satılarak döviz stoklanmış, Türk Lirası kasada hiç bekletilmeden anında dolara çevriliyor halde devalüasyon bekleniyordu. Bunu biz de görmüştük, bizim de aklımız vardı, ama borcumuzu muhatabımızın rızası dışında öteleyebilmemiz mümkün değildi...
Alacağımızı alamamıştık, ama borcumuzu ödememiz gerekiyordu, gittik eşten dosttan emanet dolar aldık, bozdurup borcumuzu ödedik. Çok geçmeden 21 Şubat'ta kriz patladı. Bizim emanet dolar aldı başını gitti, neredeyse ikiye katladı. Kısaca biz kaybetmiştik. Kim kazanmıştı peki? Krizi fırsata çeviren büyükler...
Krizden büyüyerek çıkmışlardı gerçekten. Ellerinde avuçlarında ne varsa dolar alarak hem doların şişmesine katkıda bulunmuşlar hem de yeterince çıktığına inandıklarında bozdurarak kallavi bir hasılat elde etmişlerdi. Nihayet çok ortaklı bir şirkete çokça kar ettirmişlerdi! Bizim gibi küçük işletmeler ise sermayelerini tüketip ya batmışlar ya da bellerini doğrultmak için uzun zaman sil baştan çalışmak zorunda kalmışlardı. İflas edenler, stres yapıp hastalananlar, geçim sıkıntısına girip boşananlar, belki de intihar edenler ise kazananların dünyasında zikredilmeye bile gerek olmayanlardı...
***
Biz de bilirdik kazanmasını!
Hikaye var ya, kervanı durdurmuş hırsızlar çetesi ve çete reisi bağırmış, "çıkarın üzerinizde ne varsa ülen" diye. Kervan ticaretinden vole vurmalarına ramak kalmış zengin tüccarların altın dolu keseleri ölümden kurtulmak için bile olsa kuşaklarından çıkarırlarken gönülsüz ve yavaş hareket etmeleri üç kuruşa çalışan kervancı başını çileden çıkartmaya yetmiş, çıktığı bir kayanın üzerinden "biz zengin olmayı bilmez miyiz aslanım, bak zenginliğin böyle sıkıntıları var veriverin de gidelim daha yolumuz var" diye bağırması kalmış hatırlarda...
Hülasa, kriz zamanında kazanmak takdirdir, kazanmak için çabalamak(!) ise ahlaksızlık.
***
Dolarları ne yapacağız şimdi?
Sizde hâlâ dolar var mı bayım? Ooo iyisiniz, öyleyse ihracat-ithalat işiyle uğraşıyorsunuz veya hammadde temininiz dolarla olduğu için bulundurmak zorundasınız. Değil mi? Öyleyse başınızı iki elinizin arasına alın ve düşünün, terlemeden kazanmak ne ola?..
Zekatımı, sadakamı veriyorum, yediğimden fazlasını değer kaybetmesin diye dövizde tutuyorum diyorsan zahiren haklısın, ama senin gibi yapanlar sayesinde dolar yükseliyor, ülkeyin ekonomisi alçalıyor. En azından senin de katkın var bu olumsuz ortama...
Ülkemi ben mi düşüneceğim, herkes döviz bulunduruyor, ben keriz miyim diyorsan sana hayırlı işler bol kazançlar...
Arkadaşlar, cebimizdeki üçyüz, beşyüz dolarları bozdurarak biz bu oyunu bozamayız, o belli ama psikolojik olarak verilen savaşa katkıda bulunmanın hazzını yaşayabiliriz. Hiç bir şey olmamış gibi yapmaktan iyidir.
***
3. Dünya Savaşı çoktan başladı!
ABD, terör elebaşısını bize vermek şöyle dursun, açıkça dalga geçiyorsa ve terör örgütlerine çekinmeden yardım yapıyorsa...
Avrupa Birliği, artık Türkiye için illa girilmesi gereken ve ortak akılla yönetilen ekonomik ve siyasi bir birlik olmaktan çıkıp açık bir tehdit haline gelmişse...
AB ülkeleri açıkça düşmanımızla iş tutuyorlarsa, bilinmeli ki bu büyük bir savaşta tarafını belli etmektir. Onların tarafı ezelden beri aynıdır, önyargılı olduğumuzu söyleyebilecek kadar aymazlar varsa içimizde tarih okumasını, Haçlılarla yapılan savaşlara özellikle bakmasını isterim.
3. Dünya savaşı başlamıştır ve Türkiye bu savaşın tek muhatabıdır. Ve bu savaşta Türkiye yapayalnızdır. Gönlünden bize destek vermek isteyen ülkeler, liderler olabilir, ancak onları susturmak çok kolaydır ve farkındaysanız fena halde bir sessizlik vardır şuan...
Hiç bir şey olmamış gibi hayatımıza devam etmemiz isteniyor, ama bu sefer de savaş motivasyonuna girilemediği için psikolojik harp ile vurulabiliriz. Öyle yapmayalım, hiç bir şey olmamış, her şey yolundaymış gibi yapmayalım. Bilelim ki bu savaş bir tarafın boyun eğmesiyle, razı olmasıyla, yani yenilmesiyle sonuçlanacak. Ya değilse Türkiye gibi bir ülkeye kimse açıkça meydan okuyamaz! Okuyorlarsa bir bildikleri vardır...
15 Temmuz'un sabahında yani darbe girişiminin başarısızlıkla neticelendiği netleşince şimdi bize açık düşmanlık eden batı aleminin yaşadığı şaşkınlığı hatırlayın. İnanamadılar, beklediler, bir açıklama, bir geçmiş olsun mesajı bile geçemediler. Açığa düştüklerine göre netice alıncaya kadar devam ettirilmeli ve bağımsız bir şekilde hareket eden Türkiye kaybetmeli, bölünmeli, yok edilmeli, İslam dünyası da bir yüz sene daha ezik vaziyette kalmalıydı.
***
Dünyanın en özgür basını Türkiye'dedir
Başlıktaki sözü dört senedir her platformda seslendiriyorum. Türkiye'de bir gazetenin yazamadığı yazı, çizemediği karikatür, bir gazetecinin edemediği laf, yapamadığı hakaret kaldı mı? Hayır! Her şey yazıldı, çizildi, söylendi, hem de özgürce. E peki, yazanlara, çizenlere, söyleyenlere dava açılmadı mı? Doğru açıldı. Ben de tam onu diyorum, bizde dava açılıyor, ardından da içimizdeki İskoçyalılar ilk itiraz ediyor, gazeteci özgür olmalı falan filan diye sonra da Can Dündar gibi hainler elini kolunu sallaya sallaya Almanya'ya gidebiliyor. Batıda ise dava bile açılmadan o gazete yok ediliyor, patronu bir daha konuşamıyor, çalışanların kimisi infaz ediliyor kimisinin hayatı karartılıyor. Ölüm korkusu yüzünden, iflas ve yok olma korkusundan batı basını özgür değildir. Örnek isteyenlere; İngiltere'de tirajı altı milyon olan News Of The World gazetesinin İngiliz istihbaratı tarafından bir günde yok edilmesini gösterebilirim...
"Dünyanın en büyük gazeteci hapishanesinden geliyorum" diyerek Türkiye'yi rahatlıkla suçlayan, Can Dündar özgür olmasaydı, ne bu lafı edebilir, ne de rahatça bu ülkeden çıkabilirdi! Soyunu sopunu araştırsak mutlaka bir gâvurluk çıkan bunun gibi pek çok hainin hapiste olmasına itiraz eden varsa o da haindir. Özgürlüğun bile bir sınırı olmalı ve bu kadar kanıbozukluğa basın kılıfı giydirilmemelidir.
Unutmadan şunu da belirteyim, Türkiye'de basının özgürlük sorunu yok; milliyet, din, vicdan, vatanseverlik ve çap sorunu var. Bu sorunu görmezden gelerek değil, görerek ve tepki vererek çözmeliyiz. Berber dükkanı açmanın bile bir gazete kurmaktan daha zor olduğu ülkemizde, önce insan, sonra vatanını, milletini bilen ve seven, dindar olmasa bile dine yan bakmayan, hakkaniyetli kişilerin bu mesleği icra etmesi teşvik edilmeli, aksi kişilerin doğal yollarla meslekten ihraç edilmesi elzemdir, vesselam...