Geçtiğimiz günlerde bir dosttan telefon aldım.
Uzun zamandan bu yana bir telefon konuşmasından bu kadar mutlu olmamış, bu kadar keyif almamıştım.
Telefondaki arkadaşım “Dergi çıkarıyoruz, ilk sayının konusu ise Farabi ve Türk Düşüncesi, bize yazar mısın?” diyordu.
Kendi kendime sordum, “Bunca zamandır Farabi hakkında bir şeyler yazdım mı, bırakın yazmayı okudum mu?”
Cevap ne yazık ki, “hayır”dı.
Farabi hakkında en son beş altı yıl önce bir kitap okuduğumu hatırlıyorum.
Ondan sonra da ciddi manada Türk düşünce hayatıyla ilgili bir kitap okumadım sanırım.
Bugünkü okuyucu kitlesinin hâkim rengi bana da sirayet etmiş durumda.
Artık ben de bilgileri daha çok internetten, üstat google’den alan klasik bir “sanal okuyucu” yum.
Bizler, internetin o çok kısır, yüzeysel, bilgi aktarımını kabul etmesek de, içselleştirmek istemesek de aynı şekilde düşünmeye mahkûm olmuş milenyum okuyucularıyız.
Öyle derin analizler yapacak, bütün bir milletin derdiyle dertlenecek ve dertlerine çözüm bulacak geçmiş yüzyılların feylesoflarından olmamız mümkün değil.
Açık yüreklilikle itiraf etmeliyiz ki, bizler de birer milenyum yazarıyız.
İçimizdeki en sıkı yazarlar bile Nietzsche’nin, Ahmet Hamdi’nin çocukluk dönemlerinde karaladıklarını aşamayacak sığlıkta adamlar.
Uğraştığımız en ciddi konular bakıyorum da, birkaç yıl bile ötesini göremeyen günlük siyaset, sporla sanatın, aile dramlarıyla neon ışıklarının birbirine karıştığı magazinden başka bir şey değil.
Yirminci yüzyılın başındaki düşünce fırtınası bu yüzyılda düşünce kırıntısına dönüşmüş durumda…
Evet, geçen yüzyılın büyük düşünürlerinin yerini bu yüzyılda sığ sanal düşünürler aldı.
Eskiden bir düşünür elli yıllık ömründe onlarca cilt kitap yazıyor hem de fıkıh, kelam, felsefe gibi hayatın anlamını sorgulayan eserler kaleme alıyorken, şimdi yazdığı hayatın anlamsızlığı üzerine birkaç köşe yazısıyla kendisini allame-i cihan sanan araştırmacı-gazeteci düşünürlerle karşı karşıyayız…
En entelektüelimizin yaptığı en ciddi iş, bir futbol programında saatlerce konuşmak, bir talk show’da sabahlara kadar geyik yapmak…
Ve gerçekten Farabi hakkında birkaç kelam edemeyecek kadar sığ hale gelen bir kültür dünyasının içine her geçen gün daha da hızla yuvarlanıyoruz.
Farkında mıyız, tabii ki “hayır!”
Çünkü bizler şık bir cümle kurduğumuzda senelerce büyük büyük böbürlenen, küçük milenyum yazarlarıyız…
Bunda belki de değişen dünya algısı önemli rol oynuyor.
Haklı olarak, “Her şeyin hızla tükendiği dünyada neden büyük büyük laflar edelim, neden hayatın anlamını sorgulayan eserler kaleme alalım ki?” diyoruz.
Çünkü biz bu sorgulamayı yaparken birileri hayatın anlamsızlığını kanıtlayacak pek çok “gösteri” yapabilir, bir nükleer silahla koskoca bir ülkeyi yok edebilir, bir virüs yazılımıyla bize bütün bildiklerimizi unutturabilir yani bizi tam anlamıyla zavallı, çaresiz durumuna düşürebilir.
Neden boşu boşuna uğraşalım, neden büyük büyük laflar edelim ki…
Farabi üzerine düşünmek bize mi kalmış…
Niye Farabi, İbni Sina, Mevlana gibi, ölümsüz, çağları aşan büyük laflar edelim ki…
Evet, “küçük yazılar” neyimizi yetmiyor…
Küçük yazıla yazarak büyük büyük böbürlenip, büyük yazar unvanını almak, kendimize şakşakçı bulmak bu dünyanın en kolay işi…
Çünkü biz milenyum yazarlarıyız…