Geçen hafta iki Gazze hatıramı anlatmıştım. O kadar ilgi gördü ki, birkaç Kudüs hatıramı da anlatayım dedim…
***
1993’ün Eylül ayında bir haber ajansı adına 7 günlüğüne Filistin’e gitmiştim. Orada görmeyi en çok arzu ettiğim yer tabii ki Mescid-i Aksa’ydı. Ümmet-i Muhammed’in Kabe’den önceki kıblesi olan bu mübarek mescidi ilk fırsatta ziyaret ettim...
Mescid-i Aksa ve Kubbet-us Sahra’nın bulunduğu alana (Harem-i Şerif) iki kapıdan girilirmiş: Müslüman kapısı, gayri müslim kapısı. Ben Müslümanlara mahsus kapıya yöneldim haliyle.
Bir İsrail askeri yolumu kesti:
“Durun! Müslüman mısınız?”
“Evet” dedim.
Beni tepeden tırnağa süzdü. Kot pantolonlu, tişörtlü bir adamdım. Üstelik esmer değildim ve sünnete uygun bir sakalım da yoktu. Askerin şüphelendiğini hissettim.
“Adınız ne?” diye sordu.
“Hakan” dedim.
“Abdullah, Hasan, Muhammed gibi bir adınız yok mu?”
“Hayır, ama Müslümanım. Kanıtlayabilirim.”
Cebimden pasaportumu çıkarıp din hânesini aramaya koyuldum. Öyle bir şey yoktu. Hemen nüfus cüzdanıma sarıldım. Yahudi askere nüfus cüzdanımın “Dini: İslam” bölümünü gösterdim. Araplar’la sorun çıkmasın diye Mescid-i Aksa’nın Müslüman kapısından geçmeye çalışan her şüpheliyi durdurma emri aldığı ve riske girmek istemediği anlaşılan Yahudi asker, buna hiç itibar etmedi:
“O belgenin uluslararası geçerliği yok. Lütfen birkaç adım ötedeki turist kapısını kullanın!”
“Olmaz!” dedim. “Ben Müslümanım ve Müslüman kapısından girmek istiyorum. Bana bir Arap görevli getirirseniz meseleyi halledebiliriz.”
Yahudi, talebimi makul buldu. Bir Arap geldi. Arap da adımı sordu. Hakan’ı o da şüphe çekici buldu. Babamın adı olan Ziya’yı da beğenmedi. Gülbeyaz’ın, yani annemin adının zaten hiç şansı yoktu:
“Neden birkaç adım daha gidip öbür kapıdan geçmiyorsunuz?”
“Çünkü Müslümanlara mahsus kapı bu! Ve ben bir Müslüman’ım elhamdülillah!”
Yasin suresinin ilk sayfasını ezbere okudum. Hâlâ inanamıyorum, ama o bile yumuşatmadı Arap görevliyi. Bunu üzerine yüksek sesle kelime-i şehadet getirdim. “Bakın” dedim, “hangi İslam alimine sorarsanız sorun, ‘Bu adam az önce Müslüman değil idiyse bile şimdi Müslüman oldu’ diyecektir. Bırakın geçeyim.”
Geçirmediler.
Çaresiz, “turist kapısı”na yöneldim.
Bu bana iyi bir ders oldu. “Çocuklarıma klasik Müslüman isimleri takacağım. Kızım olursa Ayşe, oğlum olursa Ali…” diye kendi kendime söz verdim. Sözümü tutuyorum. İki kızım oldu: Ayşe ve Fatma.
Not: Yıllar sonra İstanbul’da Mescid-i Aksa imamıyla tanıştık. Ona yukarıdaki hadiseyi anlattım. “Görevliler, bilmedikleri isimlerle karşılaşınca böyle tavırlar sergileyebiliyorlar. Çok özür dileriz.” deyip, bir kartvizitini verdi: “Bir dahaki gelişinizde sorun çıkarsa bu kartı gösterirsiniz, imamın arkadaşıyım dersiniz.”