KULLUK İMTİHANI

Emetullah Akkaya

Bir bitmeyecek şevk verirken beste

Bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir…

Hayatımızda her şey yolunda giderken hiç beklemediğimiz şeylerle karşılaşabileceğimizi çok güzel özetleyen bir Yahya Kemal Beyatlı dizesi…

Bazen hiç ummadığımız büyük bir hastalıkla savaşırken bulabiliriz kendimizi aylarca hastanede yatmamızı gerektiren…

Bazen daha dün oturduğumuz ve sarılarak ayrıldığımız kişilerin ölüm haberiyle hatırlarız bu dizeyi…

Bazen de duygularımızı, hayallerimizi, ümitlerimizi katledenler yüzünden hatırlamak zorunda kalırız…

En zor anlarımızda yalnız kaldığımızda…

En güvendiğimiz anda harcandığımızda…

Sanki ölümün köşeden dönüvereceğini en mazur anımızda bizi kendi ellerimizle boğuvereceğini de hatırlatır.

Allah kimsenin hayatına kısacık ama bir o kadar da manidar olan bu dizenin hayat bulmuş şeklini dahil etmesin.

Ez-cümle; zor bir dize…

Elbette ki bu saydıklarım Filistin’de Suriye’de Doğu Türkistan’da yaşananların yanında hiç kalır. Lakin bir gerçek de var ki zalim olmak için de Beşer Esad olmaya gerek yok. Bir insanı manen öldürmek de zulmün bir çeşididir. Bir de bütün bu coğrafyalarda olup bitenlerin yanında ümmetin bir vücudun azaları gibi olamayışı gerçeği… Suskunluğun bedeli öte yanda… Hala boykot noktasında biz almıyoruz ama çocuklarımız alıyor diyenler mi … Veya sadece deterjan alıyorum diğerlerinden uzak duruyorum diyenler? Bizim imtihanımız ne Allah aşkına daha bir boykot yapmaktan acizsek vay halimize…

Gazzeli kardeşlerimiz bundan iki yıl önce zalim bir gücün kendilerine hayatı zindan edeceğini – yaşayanlar için söylüyorum- nereden bilebilirlerdi. Ve bizler 2011 yılından beri ülkemizde misafir olan Suriyeli kardeşlerimizi bağrımıza basarken pek çoğumuz ensar-muhacir kardeşliğini hazmedemeyip her fırsatta onları diline doladı. Milletimizin azımsanamayacak bir bölümü her fırsatta onların ülkelerine gitmeleri gerektiğini vurguladı.

Acaba şimdi Sednaya hapishanesi ve orada yaşananlar bu hataya düşenleri pişman olup tevbeye yöneltmiş midir?

Bir gün – hala içimiz tam anlamıyla rahat etmese de- ülkelerine döndüklerinde Allah bize onların zaferini alelen gösterdiğinde ülkemizde on üç yıldır misafir olan bir çocuğun yıllar sonra Suriye’yi yönetmesi ve Türkiye’ye olan kardeşlik borcunu ödemesi hayalimizdir. Bir güneşin doğacağına inanıyoruz. Belki Filistin’de, belki Suriye’de, belki Türkiye’de… Doğacak ve bütün şer odaklarını dağıtacak bir güneşi bekliyoruz. Hayatımızdaki imtihanlar da böyle değil mi? Hiç bitmeyecek sandığımız sıkıntıların da sonu gelmiyor mu?

Suriye, Filistin, Doğu Türkistan… Buralardaki kardeşlerimiz canlarıyla imtihan ediliyorlar. Peygamber efendimiz “Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır.” buyuruyor. Bizler bu fitneden ne ölçüde koruyabiliyoruz kendimizi ve ailemizi paranın esiri olmadan yaşayabildik mi? Ne kadar ensar olabildik? Kaçımız Suriyeli bir kardeşini evinde ziyaret etti? Kaçımız ekmeğini paylaştı? Yahut rahmet ve bereket mevsimi üç aylar yaklaşırken kimler sofralarında muhacirlere yer açmanın hayalini kuruyor? Şimdiye kadar yapmadıysak bundan sonra yapalım. Yapalım ki ilerde bize dair güzel hatıralar kalsın zihinlerinde…

Hz. Cafer’in oğlu Abdullah bin Cafer bir gün bir köle görüyor. Kölenin elinde üç tane ekmek. İlk ekmeği acıkmış olan bir köpeğe veriyor. Sonra ikinciyi… Sonra üçüncüyü… Bu durum Hz.Abdullah’ın dikkatini çekiyor. Köleye sen ne yiyeceksin diye soruyor. Köle oruç tutacağını söyleyince kölenin efendisine gidiyor. O köleyi ve bir de o adama ait olan bir hurma bahçesini satın alıyor. Daha sonra köleyi azad edip hurma bahçesini de ona hediye ediyor.

Ne zaman kendisine bu cömertliği hatırlatılsa kölenin daha cömert olduğunu zira onun elindekinin hepsini kendininse elindekinin bir kısmını verdiğini ifade ediyor.

Onlar ki hayırda yarışıyorlar… Şimdi ise insanoğlu şerde yarışır hale geldi. Rabbimiz sonumuzu hayr eylesin. Onlar bir ayet ya da hasis öğrendiklerinde onu hayatlarına geçirmeden bir başkasına geçmezlerdi. Ebudderda hazretleri bir gün kendisine soru soran birine benim sana verdiğim her cevap ahirette sana şahitlik edecek. Sen verdiğim cevaplardan birini hayatına geçirmeden diğerini duymaya hazır mısın? diyordu. Kendisi de rabbimize şöyle dua ederdi:

“ Ya Rab! Kalbimin dağınıklığından sana sığınırım.” Bu duayı sık yaptığı için ashab-ı kiram ne anlama geldiğini merak etti. Ebudderda hazretleri “ her işte parmağım olsun, her tarlada ürünüm olsun demek kalp dağınıklığıdır.” Dedi.

Ev hanımlığından basit bir örnek verecek olursak mutfağa giren bir bayan çorbayı, pilavı, böreği, tatlıyı hepsini aynı anda yapmaya kalksa hem istediği neticeyi alamaz hem mutfak dağılır hem de kendisi yorulur veya bir talebeyi düşünelim aynı anda birden fazla uzmanlık gerektiren ilimlere yönelse farkında olmadan eksiklikler oluşur.

Ya da talebe olduğunu unutup muallim gibi davransa mesela… İbadet noktasında bile bizi orta yolu tavsiye eden bir dinimiz varken yarın Ayşelerde bir gün Fatmalarda öteki gün kafelerde bu kalpler nasıl dağılmasın ki? Üstelik dağılmaya meyilli yaratılmışken…

Kalbimizin rabbimizle rabıta halinde olabilmesi için ilahi aşkın gönüllerimizde beşeri aşka galip gelebilmesi için rıza-i ilahinin her şeyin ötesine geçebilmesi için ilimlerimizi amellerimizle taçlandırmalı ve acizliğimizi her fırsatta hatırlayıp rabbimize bütün içtenliğimizle yönelmeliyiz. Ve unutmamalıyız ki en zor imtihan kul olmayı ve kul kalabilmeyi başarabilmek. Dünyada yaşananlar, başımıza gelenler atlatabildiklerimiz atlatamadıklarımız, beraber yaşamayı öğrendiklerimiz de dahil bütün imtihanlar kul olma imtihanının yanında hiç kalır zira.

Rabbimiz kazananlardan eylesin.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.