Kendisini tanıma, eserlerini okuma imkân ve şansına erenler bilirler ki, Konyamız’ın yetiştirdiği değerli ilim adamlarımızdan birisi de Mehmet Önder Bey idi. Bütün ömrünü bu alanlarda birbirinden önemli mevki ve makamlarda; görev ve hizmetlerde geçirmiştir. Cenab-ı Mevlâna’yı dünyaya tanıtan dil ve kalemlerin başında gelir. Yılmamış, yorulmamış Konya, Mevlâna konularında, Türk Kültürü alanında seksene yakın kitap, beş yüze yakın makale yazmıştı. Yurtiçinde ve dışında pek çok ilmî toplantılara katılarak tebliğler sunmuştur. Böylece bu topraklara ve bu millete olan borcunu ödeme çabası içinde olmuştur.
Mehmet Önder, tam anlamıyla bir Konya meftunu, Mevlâna meczubu idi. O kadar ki yurt dışına gittiği zamanlarda bile orada Konya hayaliyle yaşar Mevlâna’yı tahayyül ve tasavvur ederdi.
Bu ilmî toplantılarda beraber olduğumuz zamanlardaki söz ve sohbetimizin çoğu Konya tarihine, Mevlâna ve Mevlevîlik üzerinde olurdu. Bu konular onun gıdası, lezzeti durumunda idi. Son olarak katıldığımız Bamberg‘deki “Osmanlı Mevlevîhâneleri” kongresi günlerinde de etrafını çeviren yabancı dostlarıyla yine bu konularda saatlerce sohbet yapmış, sorularını cevaplandırmış, meraklarını gidermiş, tatminkâr bilgiler vermişti.
Bir seferinde vâki davet üzerine Tahran’a gitmişti. Bu gidişi uzunca bir süre devam etmişti. Oradan, aziz dostu çelebi-zâde Namık Ayas Hoca’ya yazdığı kütüphanemde mahfuz mektubunda onun bu temiz, katkısız, samimi duygularını yansıtan şu satırlarını okuyoruz:
“ Pek muhterem, âlîcenab dostum Namık Beyefendi,
Lütfettiğiniz mektubu ve gazeteleri aldım. Diyar-ı gurbette hele yabancı bir memlekette dostlardan haber almanın, her zerresi aşk koru halinde bağrımda tutuşan güzel Konya’dan bir nebze koku duymanın saadetini hiçbir şeye değişmem. Buna vesile olan Zâtıâlilerine sonsuz niyazlar ederim.
İran seyahatimde nâçiz varlığımı daima Cenab-ı Mevlâna’mızın mânevî ruhaniyeti ile beraber buldum ve Cenab-ı Hakk’ın yardımı ile bu büyük insanın Anadolu’ya göçüşü sırasında, ilk defa konakladıkları ve Hz. Feridüddîn Attar ile mülâki oldukları Nişâbur şehrinde Mevlâna muhipleri ile unutulmaz dakikalar yaşadım. Çalıştığım her kütüphanede deste deste her geçen günde -karınca kaderince- bir şeyler ilâve ediyorum. Bu arada, Horasan-Türk Selçuklu Devleti’nin ilk sanat yapılarını da yakından görmek ve tahkik etmek, bunları Konya Selçuklu Devri eserleriyle kıyaslayarak müşterek unsurları tespit etmek ve bir neticeye varmak gibi sanat çalışmalarımız da faydadan hâli değil. Bilhassa Isfehan’da, Selçuklu Türkleri’nin inkişaf ettirdiği fakat sonradan unutup tarihe gömdüğümüz mozaik çini sanatının el’an yaşamakta olduğunu gördüm ve bu sanatın inceliklerini öğrenmek için bir hafta bir çini imalathanesinde işçi gibi çalıştım. Bu mevzuda ilmî bir rapor da hazırlamaktayım.
Güzel Konya’ya, Dergâh-ı Mevlâna’ya, dostlarına (inşallah) 3 ay sonra kavuşacağım. Bu mutlu anın heyecanını şimdiden yaşıyor gibiyim.
Neşeli yüzüne hasret kaldığım sevgili Mustafa Bey’e her gün bir defa ziyaretle yorgunluğumuzu giderdiğimiz sayın enişte Arıcan’a aziz biraderi Mehmet Arıcan’a, sohbeti bal gibi leziz muhasebeci Ahmet Bey’e, yetmiş yaşında (maşallah) hâlâ bize katre katre bilgi sunan üstad Aczi Kendi ‘ye bir halk çocuğu olarak meslekten yetişen gazeteci İhsan Bey’e, ağabeyisini hiç hatırlamayan olgun ve centilmen genç Adil’e hülâsa matbaamızın küllî efrâd-ı ailesine saygı ve sevgilerimi iletirim. Bu arada sevimli kâtip Mehmet Bey’e hâssaten selamlar gözlerini öperim.
Gönderdiğiniz Yeni Konya’lar Konya’ya teşne bir garîbi hayli meşgul etti. Yeni Konya’yı ciddi, ağırbaşlı (…) gazete olarak tekrar görmemim memnuniyetimi tarif edemem. Ara sıra bu gönül almalar devam ederse çok sevineceğim. Hasretle en derin saygılarımı arz eyler, selamlarımı sunar, başarılarınızı niyâz ederim. Namık Çelebim, Efendim”
(imza)
Ömür boyu böylesine ulvî duygularla dopdolu olarak kültür ve sanatımız için yılmadan çalışmış, vaktiyle yurt dışına kaçırılmış tarihî eserlerimizin takipçisi olarak kitaplar yazmış, plânlar geliştirmiştir. Şehrimizde, Mevlâna Enstitüsü’nün kurulmasını başarmış, özel, zengin kütüphanesini Koyunoğlu Müzesi’ne armağan etmiştir. Şehrimizde Selçuk Üniversitesi’nin açılmasının ısrarlı takipçisi olmuş Fen-Edebiyat Fakültesi’nde Sanat Tarihi hocalığı yapmıştır. Vefâkâr ve fedâkâr rektör Prof. Dr. Halil Cin zamanında Akademik Kurul, birbirinden büyük hizmetlerinden dolayı ona “Fahrî Doktor” ünvanı vermiştir.
Önder Hoca, 23 Ağustos 2004 tarihinde Ankara’da vefat etmişti. Konya’ya getirilen cenâzesinin namazı, dostlarının katılımı ile Sultan Selim Cami’inde kılınarak, Üçler Mezarlığı’ndaki “Dervişân Sofası” mahallinde sırlanılmıştır. Bu yıl, onun Hakk’a yürüyüşünün onüçüncü yıldönümü. Merhumu bir kere daha rahmet ve minnetle yâd ediyoruz. Ruhu şâd olsun.
İnanıyoruz ki, dostları onu hiçbir zaman unutmayacaklardır.