3 Ekime çok az kala Daniel Cohn Bendit Avrupa Birliği için şunları söylüyordu: Avrupa "kültürel ırkçılık" ve "çok kültürlülük" arasında bocalıyor. Hakikaten geçtiğimiz Pazartesi bu bocalamayı saat başı gelen farklı haberlerle yaşadık. Sadece Türkiye kamuoyu değil, Avrupada yaşayan Türkler, Avrupada Türkiyenin AB üyeliğine taraftar olanlar ve dahi Orta Doğu başta olmak üzere Türkiyeye tarihi, duygusal ve stratejik olarak bir şekilde bağı olanlar söz konusu heyecanı yaşadılar. Kafası karışık Avrupa'nın ya da yol ayırımında olan bir Avrupanın zor bir konu karşısındaki imtihanını seyrettik bütün gün. Hollanda Dışişleri Bakanı sayın Botun ifadesiyle Avrupa Türkiyenin müzakelere başlamasında kıl payı kurtardı. Küçük bir devlet olan Avusturyayı ikna etmek kolay olmadı herhalde Türkiye meselesinde. Evet, kolay değil. Kolay olmayacağını zaten aylardır tekrar edip geliyoruz, milletçe. Zira 3 Ekim hem Türkiye için hem AB için bir tarihi dönemeçtir.İşte bu duygularla, bir grup dostla tam bir hafta öncesinden kararlaştırdık. 3 Ekim günü gelişmeleri yakından takip etmek üzere Brüksele gidecektik. Nedense Brüksel zihnimizde öyle bir iz bırakmışki, görüşmelerin Brükselde değil Lüksemburgda yapılacağını unutmuştuk bile. Lüksemburga gitmeyi uzun uzun düşündük. Gerek yolun Brüksele göre biraz daha uzak olması, gerek AB ülkelerinin, dışişleri bakanlarının Pazar gecesine kadar uzayan görüşmelerden bir sonuç alamamaları, gelişmeleri televizyonlardan, internet gazetelerinden takip etmeye mahkum etti bizi. Pazartesi günü sabahın erken saatlerinden itibaren telefonlar çalmaya başladı. Hollandanın dört bir yanından dostlarımız gelişmeler ve görüşmeler hakkında hem bilgi veriyor hem bilgi alıyorlar. Öğle saatlerine kadar gelen haberler oldukça olumsuz ve hiçte iç açıcı değildi.İnternet gazetelerinde başbakan Erdoğan ABnin yeni diretmelerine hayır diyeceğiz başlıklı haberleri yer almaktaydı. Avusturyanın Pazar akşamı gece geç saatlere kadar ikna edilememesi Türkiye-AB ilişkilerinin ne kadar zor bir noktaya geldiğinin işaretlerini veriyordu. Zira gece geç saatlerde gelen haberler 25 AB üyesi dışişleri bakanlarının Türkiye hakkındaki görüşmeleri kilitlenmişti. Türkiye ile ilgili görüşmeler Pazartesi gününe bırakılmıştı. Bir taraftan her an, her saat bir şeyler olabilir diyor ve Lüksemburgtan gelecek haberlere kendimizi konsantre ederken diğer taraftan da yan odalardaki Hollandalı iş arkadaşlarımın zaman zaman odama gelerek neler oluryor sorularına cevap yetiştiriyordum. Cevaplarım bazılarını kızdırıyor, bazılarını da haklısınız dedirtiyordu. Arkadaşlarıma, Avrupanın 3 Ekim günü bir yol ayırımında olduğunu, bunun için zorlandığını ifade ediyor, ya kültürel ırkçılığı, yani Avusturyanın başını çektiği düşünceyi seçecek, ya da çok kültürlülüğü seçip siyasi bir güç olacak Avrupa diyorum. Düşünebiliyor musunuz, Türkiyenin AB üyeleği hususunda başta Yeşiller olmak üzere, sosyal demokratlar, sosyalistler, liberaller canla başla çalışırken, Hıristiyan Demokratlar imtiyazlı ortaklıktan dem vurdular. Onlara Taha Akyolun üç gün önce köşesinde yazdığı şu cümleleri iktibas ettim: Hıristiyan Demokrat Grup Başkanı Hans-Gert Pottering, Türkiye'yi destekleyen İngiltere'ye yükleniyor: - Türkiye'de insan hakları durumunu biliyorsunuz; Hırvatistan'daki durumu da biliyorsunuz. Ama Hırvatistan'a 'hayır' diyorsunuz. Türkiye söz konusu olduğunda insan hakları ihlallerine gözlerinizi kapatıyorsunuz. Türkiye'nin üyelik sürecini savunan Sosyal Demokrat Grup Başkanı Martin Schultz tepki gösteriyor:- Neden açıkça, İslam ülkesi Türkiye'yi istemiyoruz, Katolik Hırvatistan'ı istiyoruz, diyemiyorsun?!Yine Taha beyin aynı yazısından iktibasa devam ediyorum. Beyler şunu iyi bilin. TÜRKİYE bu zorlu yolda üç ilkeden asla geri adım atmayacaktır:-İmtiyazlı ortaklık kabul edilemez. -Kıbrıs'ta bir çözüm olmadıkça, Türkiye Rum yönetimini asla tanımayacaktır,- Türkiye 'soykırım'ı hiçbir zaman, hiçbir şart altında kabul etmeyecektir.Öğleden sonra iki saatlik bir toplantıya girmemle, telefonlara cevap veremedim. Cevapsız çağrı sayısı onlara ulaşmış. Toplantıdan çıkar çıkmaz hemen her yarım saatte haberlerini yenileyen nu.nle baktım. Avrupa Birliği ve Türkiye müzakereler konusunda son dakikada anlaştılar haberiyle karşı karşıyaydım. Artık Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gülün Lüksemburga gelmesi bekleniyordu. Evet neredeyse iki gün süren zorlu bir münakaşa ve mücadele (sosyalistler, yeşiler ve diğerleri sağ olsunlar) neticesinde, elbette Ankaranın tavrı da önemli bu noktada, Avrupa Birliği tarihi bir karar vererek Türkiye ile müzakelere başlamak için start verdi. Avrupa çok kültürlülüğü seçti. Tebrik ederiz. Özellikle şu son iki gün bize bir defa daha göstermiştir ki, işimiz bundan sonra odukça zor. Yolumuz engebeli, dikenli, çok kavgalar verilecek. Belki görüşmeler zaman zaman tıkanacak, askıya alınacak, pazarlıklar yapılacak bir süreç başlamıştır. Bütün bu sıkıntılara Anadoludaki insanımızın yaşam seviyesinin yükselmesi, yıllık gelirinin onbin dolarlara ulaşması ve dahası Batı standartlarını yakalamak için katlanmalı ve mücadele vermeliyiz. Zira müzakerelerin başlaması Türkiye'ye ekonomik hareketlilik getirecektir.