Medeniyetimiz ‘kitap’ medeniyetidir. Bu bağlamda söylemek gerekirse, medeniyetimizin özünde akılla birlikte kitap vardır. Bizde hala söze inandırıcılık ve kuvvetlilik katmak için ‘kitaba yemin’ edilir. Bir milletin bozulması önce kültüründe başlar, sonra da bunu nesillerin bozulması izler. Kültürü şekillendiren birçok faktörden söz edilebilir. Bunlardan birisi de ‘din’dir. Sosyologlar arasında din ve kültür ilişkileri kıyasıya tartışılmıştır. Burada şu kadarını söylemek gerekirse, bizim gibi Müslüman toplumlarda eğer kültür dinden kayıtsız bırakılırsa, millet olmanın olmazsa olmaz ilkeleri çözülmeye başlar. Maalesef bugün toplumumuzda bu çözülmenin izlerini görüyoruz. Özellikle aile yapımıza yönelik yapılan yayınlar geleceğimiz açısından tehlike sinyalleri gönderiyor. Batı’da aile çözüldü. Yasal evlilikler yerine birlikte yaşama dayalı yeni aile türleri ortaya çıktı. Nesebi gayr-i sahih doğumlarda bir artış yaşanıyor. Bazı televizyon kanallarımızda topluma ve gençliğe model oluşturması gereken kimi sanatçıların birlikte yaşam propagandaları her gün evlerimizde makes bulmakta bu durum köklü ve geleneksel aile yapımız üzerinde büyük sarsıntılara yol açmaktadır. Bu konuda yeniden kültürümüzü sorgulamak ve ileride telafisi mümkün olmayacak düzeyde derin acılara ve fay hatlarına yol açacak seküler tavırlara karşı şimdiden ciddi önlemler almak gerekmektedir.
Aile, bir toplumun çekirdeğidir. Toplumların tarihsel sürekliliğini aile yapısına bakarak kavrayabiliriz. Manevi ve ahlaki alanda büyük bir yozlaşmanın yaşandığı, değerler alanında savrulmaların görüldüğü toplumumuzda birçok kuruma büyük görevler düşmektedir. Bunlardan birisi de sivil toplum örgütleridir. İşte bu kurumlardan birisi de Sivas Kemal İbn Hümâm Vakfı’dır. Geçtiğimiz hafta bu vakıf, “Kültürümüz ve Kitap” konulu bir bilgi şöleni düzenledi. Kırkın üzerinde ilim adamı bu kültür şölenine bildirileriyle katkıda bulundu. Çok verimli bir toplantı oldu. Bütün yönleriyle kitap ve kültür hayatımız masaya yatırıldı. Sadece arkeolojik kültür kazıcılığı yapılmadı. Sorunlar ortaya konmakla da kalmadı, ayrıca acil çözüm önerilerinde de bulunuldu. Umarım, bu sempozyumun sonuçları kitaplarda kalmaz, kalıcı politikalar üretilerek geleceğimizi şekillendirmede istifade edilir. Ben başta sosyal ve kültürel alanda birçok hizmete imza atmış olan ve halen de atmaya devam eden Kelam İbn Hümam Vakfı yöneticilerine, bu sempozyuma bildirileriyle katkıda bulunan ilim adamlarına, ayrıca, dinleme gibi seçkin ve faziletli bir görevi yerine getiren özveri sahibi dinleyicilere en içten teşekkürlerimi sunar, bu tür güzel faaliyetlerin bütün şehirlerimizde devam etmesini dilerim.
Ben de ‘Kültürümüz ve Kitap’ konulu bu sempozyuma İslam İnancının Temel Klasikleri: “Akâid Risâleleri” başlıklı bir bildiri ile katıldım. Çünkü Akâid ya da Tevhid ilmi, İslam dininin temellerini oluşturur. İslam toplumlarının sağlam bir inanç ve derin bir mefkûre etrafında toplanmış olması, hem birlikteliği ve hem de varoluş bakımından tarihsel sürekliliği sağlar. Bu sebeple İslam âlimleri hicrî II. yüzyıldan itibaren saf bir şekilde İslam inancını muhafaza etmek, gerek içten ehl-i bid’atın ve gerekse dıştan küfrün saldırılarından İslam toplumlarını korumak maksadıyla her türlü aşırılık ve tefritten uzak itikatta orta yol inancına bağlı akâitle ilgili çeşitli eserler kaleme almışlardır.
İslam’da dinin temellerini oluşturan akîde sistemi, insanla-Allah arasında bağ kurmayı sağlar. Bu kuvvetli bağ, insanı Allah karşısında sorumlu bir varlık haline getirir ve hayatını hangi amaç doğrultusunda yaşayacağını gösterir. Mecazi anlamda İslam Dini’ni bir binaya benzetecek olursak akâid esasları bu binânın temellerini, şer’î hükümler ise, bu binânın katlarını ve çatısını oluşturur. Dolayısıyla insanın fiilleriyle ilgili olan şer’î hükümleri (emirler-yasaklar gibi) tasdik etmek akâidin bir gereğidir. Bu bağlamda inanç esaslarıyla şer’î hükümler arasında kopmaz bir bağ vardır. Şunu unutmamak gerekir ki, Allah katında şer’î hükümlerin kabul edilmesi, akîdenin sağlam oluşuyla doğrudan ilişkilidir. Çünkü akâidin temelini tevhid inancı oluşturur. Tevhid inancını; Yaratan’la yaratılan varlık arasındaki sınırı idrak etmektir, şeklinde tanımlamak mümkündür. Eğer bu ayırt edici farklılık iyi kavranmazsa; tevhitle şirk, imanla küfür, hakla batıl birbirine karıştırılabilir. Gerçek anlamda iman edip de imanlarını şirke karıştırmayanlar Yaratan’la yaratılan arasındaki mutlak mesafeyi koruyan kimselerdir.