Kulu'dan Londra Başkonsolosluğu'na..

Konya’nın yetiştirdiği değerlerden olan Londra Başkonsolosu Ahmet Demirok ile Memleket Dergi Konya merkezli bir söyleşi gerçekleştirdi…

ÇİFTÇİ OLMA İHTİMALİ DİPLOMAT OLMA İHTİMALİNDEN BİR MİLYON KERE FAZLAYDI!

SÖYLEŞİ:  Ümit Savaş-Londra

-Sayın Başkonsolosum, önce kendinizden bahsederek röportajımıza başlayalım istiyorum. Nerede doğdunuz, eğitim süreciniz nerede gerçekleşti?

-Öncelikle böyle bir imkanı sağladığınız için çok teşekkür ediyorum. Konya’nın Kulu ilçesinde 1970 yılında doğdum. Babam çiftçi, annem ev hanımı. Dokuz kardeşin sonuncusuyum.  Kardeşlerimin benden büyük olması ekonomik açıdan bana bazı kolaylıklar sağladı. Konyalı olmaktan gurur duydum, gittiğim her yerde de Konyalı olduğumu herkese gururla ifade ediyorum. Konya benim çok sevdiğim bir şehirdir. İlk, orta ve lise eğitimimi Kulu’da tamamladım. Sonrasında 1987 yılında ODTÜ kamu yönetimi bölümünü kazandım ve beş yıllık eğitimin ardından 1993 yılında Dışişleri Bakanlığı’na girerek çalışmaya başladım. 

 

DİPLOMATIN NE OLDUĞUNU BİLMİYORDUM

-Kamu Yönetimine ilginiz, yöneliminiz nasıl oldu? Üniversiteye girdiğiniz yıllarda, şu anda üniversite adaylarına yapıldığı gibi bir rehberlik hizmetleri yapılamıyordu, imkânlar yoktu. Sizin karar verme süreciniz nasıl oldu?

-Bir açıdan kendimi şanslı hissediyorum. Biliyorsunuz, Kulu Ankara’ya çok yakın. Ablam Gazi Üniversitesi’nde okuyordu. Ablamın arkadaşları hafta sonları sık sık bize gelirlerdi. ODTÜ’nün çok iyi bir üniversite olduğunu ve mezunlarının çok iyi işler bulduğunu söylerlerdi. O dönemde uluslar arası ilişkiler bölümü yeni açılmıştı. O bölümü çok methettiler. Ben onlara sordum, bu bölümü bitirenler ne iş yaparlar? Onlar dışişleri bakanlığına girerler diye cevap verdiler. Bu kez, dışişleri bakanlığına girenler ne olur diye sordum, onlar da diplomat olurlar dediler. Tamam, ben de o zaman diplomat olayım dedim. O zamana kadar diplomatın ne olduğunu dahi bilmiyordum.

-Sanırım o dönemde, bilgisayar, internet hatta televizyon imkanları dahi yok gibiydi...

-Evet, o dönemin Kulu’sunda televizyonun dahi çok az olduğu yıllardı. Diplomatın ne olduğunu bilmek pek mümkün değildi. Televizyonda görsek dahi, çok ilgimizi çekecek bir şey olmazdı. Bizim gibi küçük yerde doğup yaşayan insanlar o dönemde ya öğretmen, ya polis, ya doktor ya da yukarıdan geçen uçakları görüp pilot olmak isterlerdi. Mevcut şartlar içinde geniş bir vizyon geliştirmek imkansızdı. Ama ablamın arkadaşları sağ olsunlar onların sayesinde böyle bir karar aldım.

-Lise döneminiz nasıl geçti?

-Lisede başarılı bir öğrenciydim ve fen bölümünü seçtim. O dönemde başarılı olanlar fen, notları düşük olanlar edebiyat bölümlerini seçer şeklinde bir algı vardı. Fen bölümünde olmama rağmen ilgili branş öğretmenleri az olduğu ve kendimin bu açıdan yetersiz eğitim aldığımı düşündüğüm için üniversite tercihlerimi tamamen Sosyal Bölümler ağırlıklı yaptım. Daha çok uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi ve hukuk ağırlıklı bir tercihte bulunmuştum. Birinci tercihim uluslararası ilişkilerdi, ikincisi kamu ve üçüncüsü sanırım Ankara hukuk ve siyasal da vardı galiba. Kısmet, ikinci tercihimi kazandım.

-O zaman siz, 80’li yıllarda tutturabildiği bölümü okuyan değil de istediği bölümü tutturup okuyan şanslı kuşaktansınız. Çok büyük bir başarı.

-Ben kendimi her zaman şanslı hissettim. Aslında şansa inanmam. Evet, ortada bir gayret, çalışma olmadan hiçbir başarı şans ile gelmez. Her şey kaderdir, kaderde olan tecelli eder.  Türkiye’de maalesef geleceğiniz üç saatlik bir sınavın sonucunda belli oluyor. Ben kendimi o açıdan şanslı azınlıktan hissediyorum. Şanslı azınlık dediğim şey, istediği bölümü tutturan ve okuyan, istediği işte çalışan kişilerdir. Bu açıdan böyle birisi olarak kendimi şanslı azınlıktan hissediyorum.

 

ÇİFTÇİ YA DA DİPLOMAT OLMA İHTİMALİ

-Sanırım, idealini gerçekleştiren ender kişilerden birisiniz. Lisede, ben dışişlerinde bürokrat olacağım diye karar alan ve devamında istediği bölümü kazanıp, istediğiniz işte çalışıyorsunuz. Şu an da bu yolda devam ediyorsunuz...

-Evet, benim çiftçi olma ihtimalim diplomat olma ihtimalimden bir milyon kez daha fazlaydı. Ama şu an buradayım. Kader, irade ve gayret, çalışma... Kendine bir ideal belirleme ve bu yolda gayret gösterme diyeyim...

 

KONYA: MEVLANA, PAYLAŞMAK, TEMİZLİK VE DÜZENDİR

-Konyalısınız ve Konya denince aklınıza ilk olarak ne geliyor, diye sormak istiyorum...

Konyalı olmama rağmen coğrafi yakınlığı ve Üniversiteyi orada okuduğum için Ankara ile ilişkilerim daha fazla olmuştur. Buna karşın, Konya denince aklıma memleketim gelir. Yani paylaşmayı bilen, güzel insanların yaşadığı bir yer gelir aklıma. Bu da tabii ki Mevlana’dan geliyor. Ben Mevlana aşığı birisiyim. Kendime her zaman hayat felsefesi olarak Mevlana’yı örnek aldım. İnsanların her zaman paylaşarak daha mutlu olabileceğine inanıyorum. Bu düşüncemin bir yansıması olarak da masamda her zaman Mesnevi durur ve fırsat buldukça okur, düşünür, çok faydalanırım.

Konya denince aklıma gelen bir diğer şey ise temizlik ve düzendir. Başka şehirlerde göremediğiniz bir temizlik ve düzen görüyorum ve aklıma bu geliyor ilk etapta.

-Genelde görev icabı hep yurt dışındasınız. Türkiye’ye gittiğinizde Konya’ya uğrama imkanınız oluyor mu? Ne sıklıkla gidiyorsunuz Konya’ya?

-Konya’ya her gittiğimde mutlaka Hz.Mevlana’yı ziyaret ederim ve dua ederim. Konyalı olduğumuz için o havayı teneffüs etmek istiyoruz, özlüyoruz. Sayın Dış İşleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu ile birlikte çalışırken çeşitli toplantılar ve Şeb-i Aruz töreni dolayısıyla sık sık Konya’ya gitme imkanım oluyordu. Seçim döneminde Türkiye’de olsaydım herhalde memleketime daha sık gitmiş olacaktım.

 

VİYANADAN LONDRAYA...

-Sayın Bakanımız’dan söz etmişken birlikte çalışma süreciniz nasıl başladı? Anlatır mısınız? Bir süre danışmanlığını yaptığınızı biliyoruz.

-Sayın Bakanımızı eskiden tanıyordum. Dış İşleri Bakanı olmadan önce de görüşüyorduk.   Ben Viyana’da Birleşmiş Milletler’de görev yaparken Sayın Ali Babacan Dış İşleri Bakanımızdı. Onun teklifi ile Bakan Danışmanlığı görevine başladım. O zaman Birleşmiş Milletler’den de uluslar arası memurluk teklifi de almıştım. Maddi ve diğer imkânlara bakmadan Sayın Babacan’ın teklifini kabul ettim ve ülkemize döndüm. Daha sonra Sayın Davutoğlu Dış İşleri bakanımız oldu. Kendisiyle yaklaşık bir yıl yakından çalışma imkanı buldum. Çok şey öğrendim kendisinden. O açıdan kendimi hep çok şanslı hissetmişimdir.  

-Konya’yı uzaktan da olsa takip edebiliyor musunuz?

-Evet, internetten ve gazetelerden Konya’yı ve Kulu’daki gelişmeleri takip ediyorum. Ve her gittiğimde inanılmaz değişmiş ve gelişmiş buluyorum. Görev yaptığım yerlerdeki hemşerilerimizle de ilgilenir hal ve hatırlarını sorarım. Kulu’da herkes tanır bizi. Kulu’nun en köklü ailelerinden birisiyiz. Küçük yaşta üniversite için memleketten ayrıldığımdan Kulu’dakiler daha ziyade ailemi tanırlar. Londra Başkonsolosu olduktan sonra daha çok tanınır hale geldim.

-Şu an Londra Başkonsolosu olarak görev yapıyorsunuz. Nerelerde görev yaptınız?

-Bu memuriyetimde 18. yılım. Londra benim beşinci görev yerim. İlk görevim Yunanistan Gümülcine’deydi. Daha sonra Avustralya Kanberra’da görev yaptım. Daha sonra Türkiye’de iki yıl görev yaptım. 2 yıl Slovakya’da görev yaptım. Slovakya’dan Viyana’ya Birleşmiş Milletler daimi temsilciliğindeki görevime atandım. Sonrasında sayın bakanlarımıza danışman olarak iki yıl çalıştım. Şimdi Londra Başkonsolosu olarak görev yapıyorum.

-Dünyanın çeşitli yerlerinde görev yapmış olmanın, gezmenin artısı ve eksisi nedir diye sorsam ne dersiniz?

-Bu duruma iki açıdan bakmak gerekiyor. Birincisi bizim ikincisi ailemiz ve çocuklar açısından. Çok ülke gezmek ve çok farklı kültürlerle tanışmanın, onların içinde yaşamanın büyük bir avantaj olduğunu düşünüyorum. İnsan olaylara daha küresel ve geniş bir projeksiyonla, perspektifle bakabiliyorsunuz. Görev veya gezi icabı yaptığınız seyahatlerde insanları birebir tanıma, kültürlerini anlama imkânınız oluyor. Kısa süreli yapılan ziyaretlerde bir şey anlayamayabilirsiniz ama uzun süre kaldığınız zaman o kültürü, günlük hayatın rutinini daha iyi tanıyor, anlıyor, o insanların davranış kalıplarını biliyorsunuz. Bunun da bir diplomat olarak önemli bir kazanç olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu sayede karşınızdaki insanın nasıl hareket edip nasıl tepkide bulunacağını tahmin etme şansınız artıyor. Çünkü onları tanıyorsunuz. Her milletin karakterleri ve refleksleri farklıdır. Onların ulusal ve insani reflekslerini öğreniyorsunuz, tanıyorsunuz. İleriye yönelik projeler için size kolaylık sağlıyor.

Çocuklar için ise bu ciddi bir sıkıntı oluşturuyor. Çünkü çocuklar, kalıcı bir arkadaş çevresi ve düzen edinemiyorlar. Benim nerdeyse ilkokul birden lise sona kadar beraber okuduğum arkadaşlarım var ama çocuklarımın böyle bir şansı yok maalesef. Tabi, bir başka açıdan daha şanslılar çok daha fazla ve farklı insan tanıyor, arkadaş ediniyorlar.

-“Milli ve insani refleksleri, davranış kalıplarını tanımak, bilmek.” Bu tanımlamanızı çok önemsiyorum. Çünkü yıllarca şöyle bir şey yaşadık sanki, savaş meydanında kazanıp masa başında kaybetmek diye bir deyimimiz oldu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

-Biz hep büyük ülke, büyük millet, büyük devlet olmuşuz. Onun bize vermiş olduğu bir rahatlık ve özgüven var. Biz yaparız olur. Bu yüzden stratejik düşünmüyoruz. Oysa bir satranç gibi düşünmeliyiz uluslararası ilişkileri. Hamleleri önceden belirleyip ona göre hareket etmeli ve planlamalıyız. Oysa biz savaşı kazanmışız bitmiştir bizim işimiz. Sonrasını pek düşünmemişiz sanki. Ama esas savaş sonrasında başlıyor, kazandıklarınızı savunma ve tescil ettirme aşaması. Sahada kazandıklarınızı masada da kazanç haline getirmek önemli. Oysa biz tarihi yaparız ama tarih yazmayız. Onu başkasına bırakırız. Ondan sonra da gerçekleri yazmamışlar, yazmıyorlar diye yakınırız, kızarız. Oysa tarih yazımını başkasına bıraktığınız zaman sizin hakkınızda iyi şeyler yazmasını bekleyemezsiniz zaten. Bu, işin doğasına aykırı.

TÜRKİYE VİZYON SAHİBİ, STRATEJİK DÜŞÜNEN BİR ÜLKE

-Peki bunun değişmeye başladığını düşünüyor musunuz?

-Tabii ki, Türkiye şu an vizyon sahibi bir ülke. Ne yapması gerektiğini ve nereye gittiğini bilen, buna göre stratejik planlarını yapan bir ülke. Büyük ve stratejik düşünen bir ülke artık. Bu gelişmeler ülkemiz adına çok daha iyi bir geleceğin işaretlerini taşıyor.

-Genelde Yurt dışında olanlara sorulan bir sorudur: Türkiye dışarıdan nasıl görünüyor, algılanıyor diye. Ben de size sorayım, buralardan bakınca Türkiye, Konya nasıl görünüyor.

-Şunu artık rahatlıkla söyleyebiliriz, Türkiye artık on yıl önceki gibi değil. O dönemde Osmanlı’nın son dönemi gibi, hasta adam benzetmelerine benzer şekilde, ekonomik krizler, iç çekişmeler, demokrasinin tam olgunlaşmadığı, insan hakları ihlalleri ihlal edilen bir görüntü veriyordu, geri kalmış ülkeler kategorisinde addediliyordu. Ama şimdi o günleri geride bıraktı ülkemiz. Ama şu an yapılan değişiklikler, reformlar ve AB süreciyle birlikte gelişmiş ülkeler kategorisinde kabul edilmeye başlandı. Ekonomik gücü, siyasal istikrarı ve reformlar ve değişim gücü ile dünya kamuoyundan da takdir toplamaya başladı ülkemiz. Artık ülkemiz insan hakları ihlalleri ile askeri darbelerle anılan ülke olmaktan çıktı hızla demokratikleşen ve gelişen bir ülke görünümü kazandı. Son ekonomik krizden de mümkün olan en az zararla çıktığından dolayı dikkatleri üzerine çekti. Düşünce kuruluşları araştırmalar, toplantılar yapıyorlar. Tabii bunda şunun çok etkisi oldu. Sayın Bakanımızın mimarı olduğu dış politikamızdaki yeni yaklaşımın çok büyük etkisi oldu. Bunun sayesinde Türkiye artık komşularıyla problemli bir ülke değil de komşularıyla problemlerini çözmüş ve onlarla maksimum ilişkilere dayanan işbirliği kurmuş ve dünya sorunlarına bigane kalmayan bir strateji izliyor. Dünyanın neresinde, hangi sorun olursa olsun artık Türkiye sözü dinlenen ve katkısı aranan bir ülke olmuştur. Türkiye’nin dışarıdan görünüşü bu. Bunu biz anlatmıyoruz. Bunu bize, çeşitli vesilelerle bir araya gelmiş olduğumuz muhataplar, uzmanlar söylüyor.

Konya, alt yapısı ile düzenli şehirleşmesi ile gecekondusuz yapılanması ile düzenli bir şehir. Güçlü ekonomik yapısı, ihracatı ve işadamları ile kendi ayakları üzerinde durabilen güçlü bir şehir. Konya’nın tarım ve gıda sektörüne daha fazla ağırlık vermesi gerektiğini düşünüyorum. Her şehrin belli başlı bir kaç alanda uzmanlaşması gerektiğini düşünüyorum. Konya da tarım ve gıda sanayinde uzmanlaşmış, ön plana çıkmış bir şehir olmalıdır. Gıda ve tarım ürünleri sektörünü ihmal etmemeliyiz. İnsan bilgisayarsız yaşayabilir ama yemek yemeden yaşayamaz. Dünya’daki gelişmeleri izlediğimiz zaman nüfus ve teknolojiye dayalı olarak gelirleri artan Çin ve Hindistan gibi ülkelerin talepleri de artacak. Bu nedenle gıda teknolojisine yatırım yapılması gerektiğini de düşünüyorum. Sadece ham madde olarak değil de işlenmiş ürün satış ve pazarlaması alanında da yatırım yapmalıyız. Konya bunun için uygun bir yer.

-Çok gezen mi çok okuyan mı bilir derler, siz ne dersiniz?

-İkisinin birbirini tamamlamazı gerektiğine inanıyorum. Mesela, dünya klasiklerini isterdim ki ilkokulda, ortaokulda, lisede bitireyim. Ama o zaman Kulu gibi bir yerde bunu yapmak çok zordu. O yüzden bu eksikliğimi daha sonra kapatmam gerekti. Üniversite hayatım bu konuda beni ve dünyaya bakış açımı değiştirdi. Bir yere gitmeden, o ülke hakkında mutlaka ciddi bir araştırma yaparım. Amaçsız bir gezi yapmıyorum.

DERS ÇALIŞMAK İÇİN SABAHLAMADIM AMA ELİMDEKİ KİTABI BİTİRMEK İÇİN SABAHLADIM...

-Özellikle beni etkiledi dediğiniz bir yazar, kitap var mı? Gerek Sayın Dış İşleri Bakanımızın  Konya’dan Taşkent’ten çıkmış olması, gerekse sizin Kulu’dan yola çıkıp Londra’da bu önemli görevde  olmanız, gençlik için aslında iyi bir rol model olmuştur diye düşünüyorum. Gençlere yönelik ne söylemek istersiniz? Belki birçoğunun hayalinde artık Ahmet Davutoğlu gibi dışişleri bakanı olacağım düşüncesi yer etmiştir. Ne dersiniz? Onlar ne yapsınlar, neler okusunlar?

-Öncelikle bir hedef sahibi olmayı önemsiyorum. Ayrıca insanın kendini tanıması, kendi potansiyelinin farkına varması gerekiyor. Ben, çok iyi bir ressam olacağım desem olamam, çünkü bende böyle bir özellik yok. Allah insanı farklı özelliklerle yaratıyor. Bunu bildikten sonra kendisine bir hedef koyması gerekiyor insanın. Daha sonra, hedefe göre gereken hazırlıkları yapması gerekiyor. Hiçbir başarı tesadüf eseri olmaz. Dünyayı tanımak, ufuklarını genişletmek için bol bol okuma yapmaları gerekiyor. Biraz önce batı klasikleri dedik ama dünya klasikleri dendiği zaman sadece batı klasikleri akla gelmemeli. Evet, batı klasikleri ile tanışmaları, insanlığın düşünce serüvenini, batı tecrübesini, aydınlanmayı ve sonrasını bilmeli, okumalı, öğrenmeli ama sadece batı’yı değil. Doğu klasikleri diyebileceğimiz kitaplardan kendi klasiklerimize kadar uzanan yelpazedeki eserleri  de okumaları gerekiyor. Kendini tanıyan  insan başkasını da daha iyi değerlendirebilir. Umberto Eco’nun Gülün Adı kitabı benim için unutamadığım kitaplardan birisidir mesela. Güzel kitap kendisini okutur ve diğer kitaplara doğru yol açar. Üniversitedeyken, bir kitabı bitirmek için bazen  derse  bile gitmezdim. Ders çalışmak için hayatımda hiç sabahlamamışımdır. Ama başladığım bir kitabı bitirmek için sabahladığım çok olmuştur. Şimdi, o günleri özlüyorum, işden dolayı çok fazla zaman bulamıyorum, çok yoğun çalışıyoruz. En azından şu an şöyle bir şey yapıyorum, ayda üç kitap alıyorum, ikisini bitirmeye çalışıyorum.

BAYRAM NAMAZINDA AĞLAYAN İHTİYAR

-Mutlaka çok şey yaşamışsınızdır. Unutamadığınız bir hatıranız var mı?

-Tabii, çok var. 1999 depreminden bu güne ama ben, burada Londra’da yaşadığım bir hatıramı anlatayım. Halka yakın ve onların arasında olan bir Başkonsolos olmak istiyorum.  Sorun çözen, halkın içinde olan bir başkonsolos olmak istiyor, çalışıyorum. Bu çerçevede, geçtiğimiz Ramazan Bayramında Londra’daki Aziziye Camiinde bayram namazını kıldım. Namazın ardından da yaklaşık iki bin vatandaşımızla bayramlaştım.  Bu sırada, 60/65 yaşlarında bir amca bayramlaşmak için bana yaklaştı. Baktım gözü yaşlı bir halde. Sordum “Amca, neden ağlıyorsun, bayram günü ağlanır mı? Sıkıntın nedir?”  Sonra o “Konsolos bey” dedi,  “otuz yıldır burada yaşıyorum, ilk defa bir konsolos bayram namazına geliyor ve benimle bayramlaşıyor. Bu beni çok etkiledi. Gurbette böyle şeylere çok ihtiyacımız var, bu bana çok dokundu, onun için ağlıyorum” dedi. Ben de inşallah, burada olduğumuz sürece hep bayramlaşacağız dedim. O vatandaşımızın durumu beni çok etkiledi. İnşallah onlarla birlikte olmaya devam edeceğiz...

-Son olarak genel olarak ya da Konya için ekleyeceğiniz bir şey var mı?

-Konya insanı çalışkandır. Her şeyden önce Konya insanının mayası temizdir. Bu nedenle Konya’nın geleceği konusunda iyimserim. Ülkemizi ve özelde de Konya’yı daha aydınlık günlerin beklediğine inanıyorum. Bunun için  elimizden geleni yapıyoruz.

DÜNYANIN HER YERİNDE KONYANIN İZİNE RASTLANIR

Çok geniş ve derin tarih ve kültüre sahip olduğu için dünyanın heryerinde  Konya’nın izlerine rastlayabiliyorsunuz. Örneğin,  Balkanlara verilen en büyük göç Konya ve Karaman bölgesindendir.  Gümülcine’deyken eşim  bir araştırma yapmıştı. Eşim de Konyalı, aynı zamanda  Selçuk Üniversitesi mezunu.  Daha sonra onu kitap olarak yayınladı.

-İsmi nedir?

-“Sandıktaki Tarih”.   Gümülcine’de Batı Trakya’daki kadınların yaptıkları el işi çalışmaları inceledi ve bir araştırma yaptı. Konya Elsanatları üzerine de daha önce bir tez hazırladığı için karşılaştırma imkanı buldu.  Kullanılan kelimelerden nakışlara, yemeklere kadar  Konya ile Batı Trakya arasında bir çok benzerlik buldu. Dolayısıyla Konya’nın esintilerini Balkanlardan ya da dünyanın bir çok yerinden alabiliyorsunuz. Konya kültürü sadece Konya ile sınırlı değil.  Mevlana’yı artık dünyanın her yerinde bulabiliyorsunuz.

-Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi ile düzenlediğimiz “Yazılacak Çok Şeyimiz Var” gezileri çerçevesinde Kulu’ya da gitmiş, incelemelerde bulunmuştuk. Siz de Kululu olduğunuz için daha iyi bilirsiniz Kulu-İsveç bağıntısını...

-Tabii, Oğluma dünyanın en güzel yeri neresi diye sorarım, “Kulu” der. Dünyanın o kadar yerini gezmiştir ama hala öyle der. Biz Kulu’yu da Konya’yı da çok seviyoruz. Biliyorsunuz, Kululu birçok hemşerimiz İsveç’te yaşıyor. Ailemin büyük bir kısmı da ordadır zaten. Şu an görev yaparken bir başarı elde etmişsem bunda eğitimimin, sayın bakanlarımızla yakından çalışmanın ve Kulu’nun katkısı da çok büyük olmuştur. Çünkü üniversite öğrencisiyken yaz tatillerinde İsveç’te çalışıyordum. Orda yaşayan vatandaşlarımızın çektiği sıkıntıları çok yakından öğrenme fırsatım olmuştu. O yüzden burada bir vatandaşımız geldiği zaman onun ne istediğini, neler hissettiğini çok daha iyi biliyor ve anlıyorum. Bu İsveç tecrübesi bana çok şey öğretmiş, işimi kolaylaştırmıştır. Biz buraya zaten vatandaşlarımıza hizmet için geldik, hizmet için buradayız, millete hükmetmek için değil. Artık insanlarımız hayatın her alanında daha bir özgüvenle kendilerini ifade ediyorlar.  Bu da bizi mutlu ediyor. Gelişmememiz için hiçbir neden yok. Sadece özgüven ve çalışma, ufkunu küçük şeylerle sınırlı tutmamak gerekiyor.  

-Teşekkür ediyorum bu güzel sohbet için...(Memleket Dergi- Temmuz)

Medya Haberleri

Yapay zeka ile Müslüm Gürses albümü
Hataylı Minik Yetenek Ahmet Kazar, Haluk Levent ile Aynı Sahneyi Paylaşmak İstiyor
Okan Yalabık’ın Gençlik Hali Görenleri Şaşırttı!
Ankaralı Turgut’tan kötü haber geldi
Akasya Durağı’nın Dilek'i yıllar sonra ortaya çıktı