Kuran, Allahın iradesinin insana, söz şeklindeki ifadesidir. Dolayısıyla Kuran, Allahın sözüdür. Onu okumak, onu anlamak ve hayatımızda anlamlandırmak Allahla konuşmak ve Onunla iletişim kurmak gibidir. İşte Müslümanlar, her ramazan ayı geldiği zaman hem Kuranın bu ayda inişini yâd etmek ve hem de manevî anlamda onun ruhanî etkilerinden istifade etmek için evlerinde, iş yerlerinde ve özellikle camilerde baştan sona okuma biçimi olan hatim geleneğini ihyâ ederler. Elbette bunda Hz. Peygamberin şu tavsiyesinin de büyük payı vardır: Biriniz Rabbi ile konuşmayı seviyorsa Kuran okusun.Arap dilinde Kuran kelimesinin semantik yapısında hem okumak ve hem de manasını anlamak vardır. İşte her iki anlamda okumak, çok sevap olan bir ibadettir. Ramazan ayı, Kuranın indirildiği ay olması hasebiyle, Müslümanlar arasında Kuran Ayı olarak da isimlendirilir. Bütün Müslüman ülkelerde ve Müslümanların bulunduğu her yerde, her camide ve her evde özellikle Ramazan aylarında Kuran okumalar daha çok yoğunlaşır. Kimi Müslümanlar sadece, metin bazında lafızları tekrarlamaya dayalı bir okuma biçimini seçerken, kimileri de hem lafızları tekrarlamak ve hem de o lafızların anlam ve yorumunu kavramak için bir okuma seferberliğine girişirler. Rasulullah ve Cebrail (a.s) arasında geçtiği bilinen karşılıklı okumaya dayalı ve adına mukabele denilen bu gelenek bir sünnetin ihyâsı olarak Müslümanlar nezdinde Allahın ayı/şehrullah diye dikkat çekilen bu ayda daha çok yaşatılır.İslam tarihinde Kuranın ezberlenmesi yolunda hafızlık müessesesi geliştirilmiştir. Bu Hz. Peygamberin şu hadislerinin pratik hayatta fonksiyonel hale dönüştürülerek bir müessese haline getirilmesidir: Ümmetimin en şereflileri hameletül-Kuran, yani, Kuranı çok okuyan ve ezberleyenler, gece kalkıp ibadet yapanlardır.Kuran okumayı özendirmede Hz. Peygamber bir başka hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: Gözün ibadetten nasibini verin. Bu Kurana bakmak ve hayret edici (kevnî konularla ilgili) âyetleri üzerinde düşünmektir. Bu hadiste iki konu üzerinde durulmaktadır. İlki, Kuranı yüzünden okumak, diğeri ise, onu anlamaya çalışmaktır. Özellikle, Allahın varlık delillerini anlattığı gerek eşya ve gerekse insan hakkındaki âyetlerin anlamları üzerinde sebep-sonuç ilişkilerine bağlı derin tefekkürlere dayalı sonuçlar çıkarmamız istenmektedir. Elbette Kuran bir bilim kitabı değil, hidayet ve ahlak kitabıdır. Ama, o bilimden de kopuk değildir. Bilimin sonuçlarını çıkarmayı insana bırakır. Örneğin, Allah Hz. Nuha gemi yap emrini bir bilgi türü olan vahiyle indirirken, bilgiyi teknolojiye dönüştürme işini insana bırakmıştır. Kuranın bilimle ilişkisini bu bağlamda değerlendirmemiz gerekir. Yoksa Kuranda tabiat bilimleri alanında olduğu gibi formül aramak boşunadır. Onun iniş gayesi, zaten bu değil, hidayettir.Hz. Peygamber, bir hadislerinde Kuranın indiriliş amacını çok veciz bir şekilde belirtir ve burada gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir ayrıntıya, noktaya da değinir: Kuranı okuyunuz ve onunla amel ediniz. Onu okumaktan uzak kalmayınız. Ona yakışmayan yorum ve tevillerle haddi aşmayınız. Onu vasıta yaparak menfaat temin etmeyiniz. Onunla dünyalığınızı çoğaltmaya çalışmayınız.Dikkat edilirse bu hadiste bir takım emir ve nehiy cinsinden olan uyarılar göze çarpmaktadır. İlki, salt Kuran okumak değil, onu anlamaya çalışarak, hayatı anlamlı kılmaktır. Anlamaya çalışırken, Kuranın ruhuyla çelişecek, bâtıl ve bozuk anlamlar vermeye, bir nevi Kuranda manevi tahrife gitmekten uzak durmamız gerektiği söylenmektedir. Bu işin uzmanı olmayan kimseler, sadece Kuranın meâliyle yetinmemeli, ilim çevrelerinde muteber kabul edilen ve değer verilen bir Kuran tefsirinden okuyabilirler. Yine bu hadiste günümüzde de güncelliğini koruyan bir meseleye dikkatlerimiz çekilmektedir. O da Kuranı vasıta yaparak menfaat temin etmek sorunu. Maalesef bunun birçok istismar şekilleri vardır. Örneğin, özellikle büyük kentlerimizin mezarlıklarında Kuran okumayı bilmeyen ama, Kuranı para kazanmada vasıta olarak kullanan, halkımızın dini duygularını istismar eden birçok kimselere rastlanmaktadır. Yine, okunmuş hatim ve yasin satanlar da bir başka şekilde Kuranı menfaat vasıtası yapmaktır. Bu ve benzeri konularda halkımızın duyarlı olması gerekir.Kuran, tefekkürle okunmalıdır. Dilimiz onu telaffuz ederken, kalbimiz, zihnimiz onun anlamını düşünmelidir. Buna tedebbürle okumak da denir. Yani, metnin akabinde manayı düşünmek. Elbette dinimizi doğru bir şekilde öğrenmede yegane başvuru kaynağımız Kurandır. Ramazan ayında camilerde ve evlerimizde okuduğumuz Kuran âyetlerinin anlamlarını hiç olmazsa değer verilen bir tefsirden öğrenmeye çalışalım. Yine de anlayamazsak, bu işin uzmanı olan din bilginlerine soralım.Kurana yaklaşırken, sıradan bir kitap olmadığını düşünelim. O, kendisini, kendisinde şüphe olmayan bir Kitab olarak tanımlamaktadır. (el-Bakara 2/2). Kuranla meşgul olurken bu ayrıntıyı asla aklımızdan çıkarmayalım. Onu, ne aşırı derecede ihtiram göstereceğiz diye hayatımızdan soyutlayalım ne de aşırı derecede indirgemeci bir yaklaşımla kutsallıktan arındırarak sıra dışı bir kitap haline getirelim.Kuran bir kayıksa, Hz. Peygamberin hadisleri de o kayığı yönlendiren, güzergahını tayin etmede etkili olan küreği gibidir. Bu sebeple Kuraın ilk yorumcusu, Hz. Muhammed (a.s)dır. Onun anlaşılmasında, Hz. Peygamberin nebevî mirasından da yararlanmasını bilelim. Sünneti ne Kuran düzeyine çıkaralım ve ne de sünneti ondan ayıralım. Çünkü dinin şekli yapısını Kurandan ziyade sünnetin belirlediğini de unutmayalım. Örneğin, namazın kılınış şekli, Haccın yapılış tarzı, nelerden zekat verileceği gibi hususlar, sünnetle belirlenmiştir.Kuran okurken; dil, akıl ve kalb üçlüsü, sıkı bir ilişki halinde olmalıdır. Dil âyetlerin lafzını kalbe gönderirken; kalb de bu âyetlerin anlam alanını akla göndererek tesirini akıl ışığı altında göstermeye gayret sarf edilmelidir. Bir başka anlatışla, dil âyetlerin lafızlarını telaffuz ederken anlamını kalbe yansıtmalı, kalb de, anlamlardan sebep-sonuç ilişkileri ve hüküm değerleri çıkarmada beyinle, akılla doğrudan bir irtibata geçmelidir. Hz. Alinin dediği gibi: İçinde anlayış bulunmayan ibadette hayır olmadığı gibi, üzerinde tefekkür ve tedebbür bulunmayan okumada da hayır yoktur.Dini düşüncenin yeniden teşekkülünde fikrî eksersizler yapan geçen yüzyılın büyük düşünürü Muhammed İkbalin dediği gibi, her insan, sanki Kuran, ilk defa kendisine nâzil oluyormuşcasına okumalıdır. İşte o zaman Kuran sırlarını kişiye açacaktır.Kuran Allahın ziyafet sofrası gibidir. Onu, Furkân Sûresinde anlatıldığı gibi, Kuranı terketmeyelim. Furkan 25/30). Kuran bizden şikayetçi değil, şefaatçi olacak bir düzeyde onu anlamaya ve hayatımızda anlamlandırmaya çalışalım.Unutmayalım ki, Kuranın muhatabı dirilerdir. Bu, ölüler için okunmaz anlamına gelmez. O, ölü olan kalpleri diriltmek, kullanılmayan, işlevsiz hale gelmiş olan akıllara işlevsellik kazandırmak için indirilmiştir. Akıl ve kalp koordinasyonunu iyi kuranlar, gerçekten Kurandan istifade etmeyi bilenlerdir. Sabahınızın aydınlığı gibi, gönlünüz ve kafanız Kuranın ışıklı mesajıyla aydınlansın.