Hz. Mevlâna Kur’ân’ı bir geline benzetir ve şöyle der: Kur’ân bir gelin gibidir. Peçeyi açmakla sana yüzünü göstermez. O bahsettiğin ve sana bir zevk vermeyen, bir şey keşfettirmeyen kimse, senin peçeyi açmanı kabul etmedi, seni aldatıp kendisini sana çirkin gösterdi.. Fakat eğer sen, peçeyi açmaz da gelinin rızasını istersen, gidip onun tarlasına, ekinine su verir, uzaktan hizmetlerde bulunur, rızası olan şeyde çalışırsan, sen onun peçesini açmadan da, o sana yüzünü gösterir.
Kur’ân denilen gelin, iman başkentini (kalbi) kavgadan arî gördüğü zaman yüzünden örtüsünü atar.”
Kültürümüzde gelin alma öyle sıradan bir iş değildir. Önce dünür olmak gerekir. Uzun soruşturmalardan sonra söz kesilir. Mehir konuşulur. Nişan, nikah merasimlerinden sonra düğün günü gelir. Sonra gelin almaya gidilir. Konvoylarla gelin, evin kapısına gelir. Gelinlik bile kıskanılır kem bakışlardan. Bunun için gelinliğin üstü de örtülür. Hatta arabadan, eve girerken kapı girişine battaniyeler gerilir. Sonra gelin, odasına çıkıp damadını beklemeye başlar. Gündüz yapılan bir dizi merasimin ardından yatsı namazını camide cemaatle kılıp gelen damat, dualarla gelinin yanına katılır. Gelin yine de yüzünü açmaz, damada. Yüz görümlüğü beklemektedir. Tüm bu aşamalardan sonra gelin, damadına yüzünü açar.
Hz. Mevlana, işte geline benzetir Kur’ân’ın sır ve manalarına bürünüşünü. Durup dururken açılmaz manalar. Sıradan herkese de açılmaz. Onun sır ve manalarına muttali olabilmek için önce Kur’ân’a dünür olmak, onu anlamaya talip olmak gerekir. Ardından hiçbir fedakarlıktan kaçınmadan yapılması gerekenleri yapmak lazımdır.
Elbette Kur’ân, kadın erkek tüm insanlığa gelmiştir. Kadınlar da onu okumak, anlamak ve gereklerini yerine getirmekle mümkündür. Kadın da onu anlamaya dünür olmalı, buna istekli olmalıdır. Nasıl ki gelin, sayılan tüm aşamalardan sonra damadına açılırsa, damat da gelinine açılacaktır.
Evet, Kur’ân kendisine talip olanlara açılır. Tıpkı hadiste belirtildiği gibi:
“Kur’ân, onu isteyene kolay ve yaşanılır gelir. Onu terk edene, zor, anlaşılmaz ve yaşanılmaz gelir.”
Rabbimiz buyuruyor: “Andolsun Biz, Kur’ân’ı düşünülüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?!”
Demek ki Kur’ân’dan nasiplenebilmek için çabalamak gerekir, yorulmak gerekir. Önce onu anlamaya talip olmalı, ardından onu anlayabilmek için yapılması gerekenleri yapmalıdır. Yapılması gereken hiçbir şeyi yapmadan, Kur’ân’ın anlaşılmazlığından bahsetmek, onu doğru tanımamak ve onu anlamayı önceliklerimizin arasına koymamaktan kaynaklanır.