Ahiret yurdu (الدَّار الْاٰخِرَةَ) ifadesi, Kur’an’ın beş suresinin altı ayetinde geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler, içinde bulundukları surelerin nüzul sırasına göre ele alınacaktır.
Din; kültürün belirleyicisi değil, kendisi olduğunda insanlar, kendilerini vahiyle kontrol etmedikleri için hangi yolu tutsalar kendilerini doğru yolda zannederler: “Onların ardından yerlerine, Kitab'a mirasçı olan bir nesil geldi ki şu aşağılık dünya menfaatini alırlar da 'Biz bağışlanacağız.' derler. Onun gibi bir başka menfaat gelse onu da alırlar. Kendilerinden Kitap'ta Allah hakkında gerçekten başkasını söylememeleri üzere kesin söz alınmamış mıydı? Onlar da o Kitab'ın içindekileri okuyup incelediler. Sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Akletmiyor musunuz?” (Araf, 7: 169). Hz. Peygamber dönemindeki Yahudilerden rüşvet batağına düşmüş birtakım kimseler, Kitabı anlayarak okuyor ancak gereğini yapmak yerine, “Nasılsa bağışlanırız.” deyip haram kazanca eğilim gösteriyorlardı. Takvayı tercih edip dünyayı peşlerinden sürükleyeceklerine, kendileri bu geçici dünyanın peşine takılmışlardır. Onların niyeti, vahyin emir ve yasaklarının dışına çıkmaktır. Hâlbuki doğru olan şey, dünyayı değil, ahiret yurdunu yani cenneti tercih etmektir. Aksi takdirde aklettikleri söylenemez. Yaptıklarından dolayı hesap vereceklerini göz ardı edenler, vahyi okusalar bile doğru yolda olamazlar. Müslümanlar, özellikle de alim olanlar, ayette ifade edilenlerden ibret almalı ve aynı yanlışlara düşmemelidir.
İsrailoğullarından bazı kimseler (muhtemelen iyi müminler) zengin bir kimse olan Karun’a, şu tavsiyelerde bulunur: “Allah'ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu da kazanmaya bak, dünyadan da nasibini unutma. Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de iyilik et ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” (Kasas, 28: 77). İsrailoğullarının Karun’a “Allah'ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu da kazanmaya bak.” demesi, nimetlerin kaynağının, kulların şükretmesini isteyen Allah olduğunu ona hatırlatmak içindir. “Dünyadan da nasibini unutma.” demeleri o müminlerin, kör bir servet düşmanlığı yapmadıklarını, ahiret mutluluğunun karşısına dünyadaki mutluluğu çıkarmadıklarını göstermektedir. Karun keşke kendinden önce, verilen nimetler nedeniyle şımaranların akıbetinden ibret alsaydı ancak almadı; servetini zalimlere karşı kullanacağına onların yanında yer almayı tercih etti ve Allah tarafından cezalandırıldı.
Ahiret yurdunu kimlerin kazanacağı Kur’an’da şöyle belirtilir: “İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuğu istemeyenlere veririz. Sonuç (Allah'ın azabından) sakınanlarındır.” (Kasas, 28: 83). Cennetlik kullarda olmaması gereken iki özellik, kibirli olmak ve yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışmaktır. Allah’tan korkanlar, ahirette ödüllendirilirler. Büyüklenme ile bozgunculuk arasında da bir ilişki vardır. Kendilerini –Karun örneğinde olduğu gibi- mal çokluğu nedeniyle üstün görenler, hak etmedikleri halde diğerlerinden kendilerine itaat etmelerini saygı göstermelerini beklerler. Hâlbuki saygıyı hak eden şey, insanların tağuti ve kibirli tavırları değil, mütevazılığıdır. İtaat edilmeyi hak eden kişi, bunu zenginliğinden değil, adaletinden dolayı hak eder. Adaletli davranan ve Allahın verdiği maldan yoksullara da vererek infak eden kişi, fakirlerin ona ve servetine karşı kin ve düşmanlık beslemesinni önüne geçer, sınıf çatışmalarının ortaya çıkmasını önler, böylece bozgunculuk ve kötülükleri engellemiş olur. Onun için Kur’an’da neredeyse “Namaz kılınız.” emri kadar “İnfak ediniz.” denilerek infak edenler övülmektedir. Ayetin sonunda “Sonuç (Allah'ın azabından) sakınanlarındır.” denilmesi; inananların ahiret mutluluğuna kavuşmaları için İslam ahlakına uygun bir ömür sürmeleri ve sözleri, eylemleri ve infaklarıyla toplumun ıslahı için çalışmaları gerektiğini göstermektedir.
Hedef, sadece bu dünyada mutlu olmaksa bu hayat, eğlence ve oyundur: “Bu dünya hayatı bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise işte asıl hayat odur. Keşke bilselerdi.” (Ankebut, 29: 64). Bu ayet, Müslümanları dünya nimetlerinden uzak durmaya davet etmemektedir. Hayatın hedefi doğru anlaşılınca dünya nimetleri kulluk için bir araç haline gelir. Bu da meşrudur. Merkeze akletmeyi değil, arzuların peşinden koşmayı koyanlar ahiretlerini kaybederler.
Kur’an, seçkin kullar olduklarına inanan Yahudilerin çelişkisini ortaya koyarak şöyle der: “De ki: 'Eğer Allah katında ahiret yurdu diğer insanlara değil de özellikle size verilecekse o zaman, doğru sözlü iseniz ölümü arzulayın.” (Bakara, 2: 94). Ne var ki dünya sevgileri ve ahireti öncelemeleri, onları bu temenniden alıkoyar. Dini yaşamadan ahirette ödül beklemek kabul edilemez bir tutumdur. “Temiz bir kalbim var.” deyip dini kalbe indirgeyerek kirli bir hayat yaşayanların kalplerinin karalığı, gün gibi ortaya çıkacaktır.
Peygamber’den (s); başka hanımlar gibi refah ve bolluk içinde yaşamak isteyen hanımlarına, dünyayı istemeleri durumunda onları boşayıp serbest bırakacağını (Ahzab, 33: 28) söylemesinin istenmesinden sonra Âişe, Hafsa, Ümmü Seleme ve Sevde adlı eşlerine –ayet indiğinde onun hanımları bu dördüydü- şunu da ifade etmesi söylenir: “Ama eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız şüphesiz Allah, sizden iyilik edenlere büyük bir ecir hazırlamıştır.” (Ahzab, 33: 29). Bu ayetin muhatabı olan tüm peygamber hanımlarının tercihi, Rasulullah’tan ve ahirette kazananlar safında olmaktan yana olmuştur. Nasıl peygamber, topluma bir örneklik teşkil ediyorsa onun hanımlarının da dinde kararlılığı önemliydi. Ayetteki bu uyarıyla Rasulullah’ın hanımlarının örnekliği de perçinlenmiş oldu. Hanımları ayrılmayı tercih etselerdi bu yaptıkları dini terk gibi olmayacaktı. Sadece statüleri diğer hanımlar gibi olacaktı, onlara “müminlerin anneleri” denilmeyecekti.
Görüldüğü gibi ele aldığımız ayetlerden Ankebut suresindeki, müşriklerle Ahzab suresindeki peygamberin hanımlarıyla ilişkiliyken diğer ayetler ise İsrailoğullarından söz etmektedir.