Kur’an’da “ahirete inanmayanlar” ifadesi, innellezîne lâ yu’minûne bi’l-âhireti lafzıyla, üç ayette geçmektedir. Bu yazıda o ayetleri, içinde bulundukları surelerin nüzul sırasına göre ele alacağız.
Melekler iman konusudur. Onların gerçek niteliği, insanoğlu tarafından bilinemediği için, onların varlığına Kur’an’da belirtildiği gibi iman gerekir. Zanna dayalı melek inancının sonu hüsrandır: “Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar.” (Necm, 53: 27). Ahirete inanmamak, “Görmediğimiz, deney ve gözlem sınırlarına girmeyen şeye inanmayız.” diyen kimselere uygun bir tutumdur. Müşriklerin ahirete inanmamaları, iki şekilde değerlendirilebilir: Ya ahirete hiç inanmıyorlardır ya da inanmaları vahyi ölçülere göre değildir yani inançları belli belirsizdir. Meleklere dişi adları takanlar, bir yandan kadınlara değer vermezken bir yandan da putlarının isimlerini bayan isimlerinden seçmektedirler. Bu, onların arzularını tanrılaştırdıklarını göstermektedir. İhtimallerden biri de şudur: Meleklerin dişi olduğu şeklindeki bâtıl itikatlarını atalarından devralmışlar, bunun bir delili olup olmadığı üzerinde kafa yormadan sürdürmüşlerdir.
Kur’an’da Allah’a iman ile ahirete iman birçok yerde birlikte anılmıştır. Buna göre ahirete inanmamak İslam açısından Allah’ı inkâr etmekle aynı anlama gelmektedir. Zaten kelam bilginleri de Allah’a, elçisine ve ahrete inanmayı, İslâm inancının temel ilkeleri olarak görmüşleridir. Ahiret inancı, insanı arzularının kölesi olmaktan korur. İnatlarının sonucu olarak, bu inanca sahip olmayanlara, ilahî bir ceza şeklinde, dünya hayatı daha da güzel görünür ve onların sapkınlıkları katmerlenir: “Ahirete inanmayanlar ise biz onlara amellerini süsledik de onlar bocalayıp dururlar.” (Neml, 27: 4). Bu tür kimseler, Allah’a hesap verme bilinciyle yaşamadıkları için, değişen duygu ve düşüncelerinin doğal sonucu olarak, zihinsel açıdan, bir o tarafa bir bu tarafa savrulup dururlar. Çünkü kuvvetli sabiteleri yoktur. Bir bakarsınız onlar, İslam’a karşı mücadele ediyor, Müslümanlara karşı kurulan tuzaklarda rol alıyorlar; bir bakarsınız zor durumda kalınca Allah’a sığınıp bağışlanma diliyorlar. Böyle kimselerin odaklandığı nokta, dünyadan haz almaktır. Bunu, Müslümanların yanında göründüğünde temin edebileceğini düşünürse görünürde çizgi değiştirmekten çekinmez. Bu ayette belirtildiği gibi, sapıtmayı arzulayan kimselerin sapkınlıkları nasıl onlar için süslü hale getiriliyorsa tersine doğru yolu bulmaya azmetmiş kimselere de iman süslü gösterilir: “Ve bilin ki Allah'ın elçisi içinizdedir. Eğer o birçok işte size uysaydı muhakkak sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsledi ve inkârı, fıskı ve isyanı size çirkin gösterdi. İşte onlar doğru yolda olanlardır.” (Hucurat, 49/7).
Dünya hayatında yapıp edilenlerin hesabının görülmeyeceği düşüncesi, insanı şerrin kucağına iter. Hak ve adalet arayışı değil, arzuları doyurmak ön plana çıkar: “Ahirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan çıkmaktadırlar.” (Müminun, 23: 74). Ahirete inanmayan kimse, şeytanın saptırmalarına karşı savunmasızdır. Çünkü onun amacı, cehennemi insanlarla ve cinlerle doldurmaktır. Şeytanın, insanlara ahireti inkâr düşüncesini benimsetmesinin doğal sonucu, doğru yoldan sapmaktır. İnkârcıların “çıktığı yol”, İslam’dır.
Görüldüğü gibi, innellezîne lâ yu’minûne bi’l-âhireti ifadesinin geçtiği ayetlerde, müşriklerin bâtıl itikatlarına, sapkınlıklarındaki ısrarlarının sonucu olarak şirkin ve bu doğrultudaki amellerinin onlara güzel gösterilmesine ve o kimselerin, İslam’dan uzaklaşmalarına dikkat çekilmektedir.