Daha önce Kur’an’da “ailelerini (ehlihim)” ifadesi hakkında bir yazı kaleme almıştık. O yazıda “ehl” tekil kalıptayken bu yazıda ele alacağımız “ailelerini (ehlîhim)” ifadesindeki “ehl” ise çoğuldur ve ikisi Mekki biri de Medeni surede olmak üzere toplam üç ayette geçer (ez-Zümer 39/15; eş-Şûrâ 42/45; el-Fetih 48/12). Ele alacağımız son ayetteki ifadenin bağlam gereği “ailelerine” şeklindeki çevirisi tercih edilmiştir. Söz konusu ayetler, içlerinde bulunduğu surelerin iniş sırasına göre klasik ve modern dönem yorumların atmosferinde değerlendirilecek, gerekli görüldüğünde ele alınan ayetlerin yer aldıkları pasajlardaki başka ayetler de belirtilerek “bağlam analizi” yapılacaktır. Amacımız; “ailelerini” ifadesinin geçtiği ayetlerde hüsrana uğrayan kimselerin yakınlarından nasıl yoksun kaldıklarına ve onları nasıl kayba uğrattıklarına, çıkarını gözeten kimselerin savaşan müminlere ilâhî yardım gelmeyeceği dolayısıyla ailelerine dönemeyeceklerine dair kötü zanda bulunmanın yanlışlığına dikkat çekmektir.
Dünya ellerinden kayıp giden ahirette de kaybedenlerden olan kâfirlere tehdit içeren ve onların Allah’tan başkasına kulluk ettiğini belirten bir ayette şöyle denilmektedir: “Siz de O'ndan başka dilediğinize tapın! De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de ailelerini kaybedenlerdir. Bilesiniz ki bu apaçık hüsrandır.” (ez-Zümer 39/15). Müşriklere, “Siz de O'ndan başka dilediğinize tapın!” denilmesi ile bu ifadenin sonrası birlikte düşünüldüğünde ayette Allah’a ortak koşmanın mubahlığına değil, şirki tercih etmenin getireceği kötü sona işaret edildiği anlaşılmaktadır. Bu ifadedeki tehdit, “Ne dilerseniz yapın, şüphe yok ki o, bütün yaptıklarınızı görür.” (Fussilet 41/40) ayetindeki gibidir. Akıl ve bedenini yanlış yerlerde kullanan kötü kimseler, kendilerine yazık ettikleri gibi saptırdıkları ailelerini de azaba sürükler ya da kendileri cehenneme aileleri de iman ettikleri için cennete gittiğinden ailelerini kaybetmiş olurlar. Bir yoruma göre de dünyada İslam’ı reddedenler, ahirette cehenneme gidecekleri için kendilerine verilecek hurilerden oluşacak ailelerine kavuşamazlar. Yani kâfirleri her hâlukârda bir yoksunluk beklemektedir. Ayetteki “Bilesiniz ki (elâ)” ifadesi, Arapçada bir şeyin önemine dikkat çekmek için kullanılır. Yani insanlar, “kaybedenler”den olmamak için ellerinden geleni yapmalıdır. Cennetteki aileden ayrı kalıp cehenneme gitmek, ayette “apaçık hüsran” olarak nitelenmiştir. Zaten cennet nimetleri içinde bir hayatı bırakıp cehennemin dibinde azap çekmeyi tercih etmek kayıptan başka nedir ki?
Dünyada vahye karşı kibirlenenler ahirette zillet içindedir. Artık kibirlerinden eser kalmamıştır: “Ateşe arz olunurlarken onların, zilletten başlarını öne eğerek göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İnananlar da ‘İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır.’ diyecekler. Kesinlikle biliniz ki zalimler, sürekli bir azap içindedir.” (eş-Şûrâ 42/45). Ahirette kâfirlerin söz söyleyecek hâli yoktur. Bu halleri bakışlarından anlaşılmaktadır. Ateşe arz olunma sahnesinden söz edildiğine göre o inkârcıların ateş karşısındaki durumu, idamlık bir mahkûmun darağacı karşısındaki ezikliğine benzemektedir. Her ikisinin de baktığı yere bir muhabbet beslemesi mümkün değildir. Bakışlarını kaçırmaları bundandır. Bu günahkâr suçluların “göz ucuyla gizli gizli baktıkları” ifadesi ile “Kim burada kör olursa ahirette de kördür ve yolca da daha şaşkındır.” (el-İsrâ 17/72) ifadesi arasında bir çelişki olup olmadığına gelince iki ayetteki durum, ahirette iki ayrı aşamayı ya da iki ayrı kâfir grubunu anlatıyor olabilir. Kâfirlerin, ahirette görmeyeceklerinden söz eden ayet doğrultusunda “göz ucuyla” bakmaları, kalpleriyle hissetmeleri şeklinde de yorumlanmıştır. Müminlerin, kâfirlerle ilgili olarak, “İşte asıl ziyana uğrayanlar, kıyamet günü kendilerini ve ailelerini ziyana sokanlardır.” şeklindeki sözleri, dünyada söylenmiş olabileceği gibi ahirette söyleyenecek de olabilir. Ayetteki “ailelerini” ifadesinin akrabaları kapsadığı da söylenmiştir. İnananlar, kendilerinden emin bir şekilde kâfirlerin durumu hakkında yorum yapmaktadır. Ayetin sonundaki “zalimler, sürekli bir azap içindedirler.” ifadesindeki “zalimler” kâfirlerdir. “İnkâr edenler elbette zalimlerdir." (el-Bakara 2/254) ayeti de bu anlamı teyit etmektedir.
Dünya hayatı ya saptırma amaçlı olarak şeytan tarafından ya da insanlar sınav tabi tutulsunlar diye Allah tarafından süslü gösterilir. Resulullah (s) döneminde kısa dünya kârını hayatlarının merkezine almış kimseler, Müslümanların düşmanlarına yenik düşüp Medine’ye dönemeyeceklerini sanmışlardı: “Aslında siz Peygamber’in ve müminlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini zannetmiştiniz. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak etmiş bir topluluk oldunuz.” (el-Fetih 48/12). Kötülükler insanların kendilerinden, iyilikler Allah’tandır. Buna rağmen, Allah hakkında nasıl kötü zanda bulunulabilir? Ayette iki tane “zan”dan söz edilmektedir. İkinci zannın, Peygamber’in (s) ve müminlerin savaştan sağ salim dönemeyecekleri zannı olması mümkündür. Bu durumda ikinci zan, ilkini tescil ederek yanlış zan sahiplerinin kötülüğünü kesinleştirmiş olur. Bu ikinci zan, Allah’ın müminlere yardım etmeyeceği ya da Hz. Muhammed’in (s) yalan söylediği zannı da olabilir. Ayetteki “helâki hak etmiş bir topluluk” ifadesinden kastedilen şeyin onların helâk olduğu değil, kötü bir topluluk olduğu anlamına geldiği de söylenmiştir. Zaten kâfirlerle karşı karşıya geldiğinde Allah’ın yardım etmeyeceğine, kâfirlerin üstün olup galip geleceğine inanan kişi dünya süsüne kanmış ve helâk olmuş demektir.
Görüldüğü gibi “ailelerini (ehlîhim)” ifadesinin geçtiği ayetlerde verilen nimetleri gereği gibi kullanmayan kimselerin ailesinden mahrum kalmasına ve onlara zarar vermesine, ahiretteki ezik pozisyonlarına ve dünya süsüne aldanıp sınavı kaybeden kimselerin, Allah yolunda savaşan Müslümanların tekrar ailelerine kavuşamayacakları şeklinde kötü zan beslediklerine işaret edilmektedir.