Kur’an’ın iki Medeni suresinin üç ayetinde, Allah’ın sabredenlerle beraber olduğu ifade edilmektedir. Bunların birinde “va(A)llâhu me’a’s-sâbirîn” (Bakara, 2: 249), ikisinde de “inna(A)llâhe me’a’s-sâbirîn” (Bakara, 2: 153; Enfal, 8: 46) lafzı kullanılmaktadır. Bu yazıda söz konusu üç ayet, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Kişinin imanı ne kadar güçlü olursa olsun ölene kadar imanlı kalabileceğinin garantisi yoktur. Çetin bir imtihan yeri olan dünyada kulun, Allah’ın yardımına ihtiyacı vardır. Ne var ki bu yardım durduk yerde gelmez:“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 2: 153). Ayetten anlaşıldığı gibi aciz olduğunun farkına varan kul, hangi konuda zorluk yaşıyorsa o konuda başarılı olmak için elinden geleni yapacak ve namazlarını da ihmal etmeyecektir. Namaz, kulun Allah ile irtibatını canlı tutar. Namaz kılan kimsenin problemlerinin üzerine sabırla gitmesi ve Allah’ın yardımını umması kolaydır; ancak Rabinin huzurunda secdeye varmayan kimse, dini yaşama ve günaha düşmeme konusunda hangi yüzle ilahî yardımı umacaktır? İnsanın, hedefine varma konusundaki kararlılığı, kötülükten alıkoyan namazla birleşince şeytanın ümitsizliğe sevk edici vesveseleri etkisiz hale gelecektir. Müslüman olarak kalabilmek için dinin direği namaz, dinde sürekliliği sağlayabilmek ve yaymak için de sabır gerekir. Allah’ın beraber olduğu kullardan olmak ve onlarla birlikte olmak, kurtuluş yoludur.
Askerlerin savaş ortamında hainlik etmesindense savaş öncesinde onların ne kadar dirençli olduklarının tespitine yönelik denemelerde bulunmak, muhtemel sorunları en aza indirecektir. Bunun en güzel örneği, Allah tarafından seçilen Talut adlı komutanın yaptığı şeydir: “Talut askerlerle yola çıkınca ‘Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim de ondan tatmazsa işte o bendendir. Yalnız eliyle bir avuç avuçlayan müstesnadır.’ dedi. İçlerinden az bir kısım dışında hepsi ondan içtiler. O (Talut) ve onunla beraber bulunan iman etmiş kişiler ırmağı geçince bunlar, ‘Bugün bizim Calut'a ve onun askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.’ dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacakları kanaatini taşıyanlar ise ‘Nice az topluluk vardır ki Allah'ın izniyle kalabalık topluluğa üstün gelmiştir. Allah da sabredenlerle beraberdir.’ dediler.” (Bakara, 2: 249). Talut, savaşçılarını susuzluğa dayanıklılık konusunda ve belki de en önemlisi kendisine itaatlerinin ne ölçüde olduğunu belirleme açısından sınavdan geçirmektedir. Bu sınavda başarısız olan kitlenin Talut’un ordusundan ayrılıp geri döndüğü gibi bir bilgiye Kur’an’da yer verilmemektedir. Muhtemelen bunlar, Talut’a itaat edenlerle birlikte Calut ve ordusu ile karşılaşacakları yere kadar yola devam etmişlerdir ve “Bugün bizim Calut'a ve onun askerlerine karşı koyacak gücümüz yok.” diyenler de bunlardır. Talut’un disiplinli askerleri ise değişmez ilahi yasaların farkındadırlar: “Sayıca az olmak yenilgiyi kesinleştirmez. Aksine Allah’ın izniyle sabredenlere yardım ulaşır ve galip gelirler.” Onların bu kararlılığı zayıf imanlı kimselerin en azından bir kısmını peşlerinden sürüklemiş olsa gerektir. En doğrusunu Allah bilir.
Müslümanlar, inkârcıların psikolojik, fiili vb. saldırıları karşısında güçlü olmalıdır. Bunun yolu vahye, Rasul’ün (s) örnekliğine tâbi olmaktan ve dini yaşama, insanlara ulaştırma ve inkârcıların koyduğu engelleri aşma konusunda sabretmekten geçer: “Allah ve Rasulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 8: 46). Müslümanların sorunlarını çözmeleri, kendilerine yol haritası çizmeleri konusunda Kur’an ve sünnet iyi bir imkândır. Bu imkâna “birlikte hareket etme endişesi” de eklenirse yaşanan düşünsel ve pratik sorunlar müminlerin gözünde küçülür. Bu güzel çabalar, hemen istenen sonucu vermeyebilir. Bunun için de sabretmek gerekir. Allah sabredenlerin yardımcısıdır.
Ele aldığımız üç ayetin ikisi savaş ortamından, diğeri de Allah yolunda öldürülenlere ölü denilmemesinden söz edilen bir bağlamda yer almaktadır. Yani onurlu bir hayat sürmek, sabırlı ve gerektiğinde canından vazgeçebilecek olgunluğa ermiş kimselerin hakkıdır. Allah böyle Müslümanları, hak yolundaki mücadelelerinde yalnız bırakmaz.