“Allah’a sığın! Şüphesiz ki O (feste’iż billâh(i) innehu)” ifadesi üç Mekki surenin üç ayetinde geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Şeytan, Allah’ın dosdoğru yolu üzerine oturur; insanların önünden, arkasından sağından, solundan yaklaşıp onu Allah’a şükretmekten uzaklaştırmaya çalışır (Araf, 7: 17). Kur’an’ın, bu durumda yapılmasını istediği şey şudur: “Eğer şeytanın vesvesesi seni dürterse Allah’a sığın! Şüphesiz ki O, işitendir, bilendir.” (Araf, 7: 200). Ayetteki vesvese (nezġun), Zeccac’a göre şeytanın en ufak kışkırtması olup aslı fesattır.[1] Başta Resulullah’ı (s) muhatap alan ayetteki hitap, tüm ümmeti ilgilendirir.[2] Yani her Müslüman, şeytanın vesveselerine karşı Allah’a sığınmalıdır. Gerek insan gerekse cin şeytanlarının fısıldadıklarını Allah işitir ve onların yaptıklarını da bilir.
Din, ciddi bir konudur. Allah’ın ayetleri hakkında günlük konuşmalarda görünen birtakım ciddiyetsiz tutumlar sergilemek kabul edilemez: “Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri hakkında tartışanlar var ya, hiç şüphe yok ki onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Allah’a sığın! Şüphesiz ki O, işitendir, görendir.” (Mümin, 40: 56). Bir delile dayanmaksızın ayetler hakkında tartışmak yanlıştır. Şerî delilleri bilenler ise doğruyu, ayetlerdeki hedefi tespit niyetiyle tartışabilirler; çünkü İslam, hakikate ulaşma çabalarına ket vurmaz. Yasak olan şey, kibirli bir tutumla ayetleri küçümseyerek tartışmaktır. Böyle yapanlar, Allah’a ve elçisine itaat etmekten uzaktır. Mütevazı anlama çabaları ise dinin teşvik ettiği bir şeydir. Ayetlere karşı kibirli davrananların şerrinden Allah’a sığınmak gerekir. Ayette sahibini yiyip bitiren muhatabına da eziyet veren kibrin karşısında “Allah’a sığınma”nın teşvik edilmesi, kibir suçunun büyüklüğünü gösterir. Allah, onların batıl sözlerini işitir ve kötü davranışlarını görür. Nitekim Mekke’nin ileri gelenleri, İslam çağrısına karşı kibirli davranmışlar ve sabreden müminler karşısında yenilgiye uğramışlar, kibirleri kırılmış ve sonrasında peygambere tabi olmuşlardır. Allah, kibirli inkârcılara karşı müminlerin yanındadır.
İnsanın apaçık düşmanı olan şeytan (Yusuf, 12: 5), insandaki fücur (kötülük) yönünü, verdiği vesveselerle harekete geçirmeye ve insanı Allah korkusundan uzaklaştırmaya çalışır. Bir kötülük gördüğünde onu en güzel şekilde ortadan kaldırma gayretini (Fussilet, 41: 36) engellemeye, kötülük yapana misliyle karşılık vermeye teşvik eder. Ona karşı yapılacak şey bellidir: “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, Allah’a sığın! Şüphesiz ki O, işitendir, bilendir.” (Fussilet, 41: 36). İslam davetçisi, kötü kimseleri yola getirmek istiyorsa sabırlı olmalıdır. Sabretmeyip sürekli öfkelenirse kontrolü kaybeder ve şeytanın verdiği vesveseler ona üstün gelir. Bu nedenle kötü kimseyi kötülükten uzaklaştırmada başarılı olamaz ve dışarıdan bakanlar, iyi kimselerle kötü kimseler arasındaki farkı anlayamazlar ve tebliğin etkisi azalır. Allah, şeytana uymamak için O’na sığınan kullarının dualarını işitir. Onların kalplerinde olanı ve iyi ya da kötü hangi haldeyseler onu bilir. Allah’a sığınıp şeytana galip geldikten sonra da insanın imtihanı bitmez. Bu sefer şeytan, onu bu başarıyı kendinden bilmeye yönlendirir. Bu durumda da dikkatli olmak ve nasip olan iyilikleri Allah’ın verdiğini unutmamak gerekir. Madem Allah her şeyden haberdardır, o halde doğru yolu bulamamış kimselerin incitici sözlerine karşı sabırlı olmak lazımdır. Hedefi, insanların doğru yolu bulmalarına yardımcı olmak şeklinde belirleyen kimselerden beklenen budur.
Görüldüğü gibi ela aldığımız üç ayette de Allah’a sığınması istenen kişi Resulullah’tır (s). Şeytanın saptırması ve onun yolundan gidenlerin kibirli tavırları karşısında yapılacak en güzel şey, Resulullah (s) gibi Allah’a sığınmak ve sa’ye (dinî çaba) sarılmaktır. Allah, kötü kimselerin yaptıklarını ve müminlerin iyilik yolunda çabalamalarını görmektedir. Her iki fiil türü de ahirette karşılığını bulacaktır. Ele aldığımız ayetlerin ikisinde Allah’ın “işiten ve bilen” olduğu, birinde ise “işiten ve gören” olduğu belirtilmektedir.
[1] Şevkânî, Muhammed b. Abdullah (h. 1250), Fethu’l-Kadir, 7 c., Daru İbn Kesir, Şam, h. 1414,
c. 2, s. 318.
[2] İbn Âşûr, Muhammed Tahir, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr. 30 c., Tunus. Daru’t-Tunusiyye li’n-Neşr., 1984, c. 9, s. 229.