“Annelerinizin karınları” ifadesi, üç Mekki surenin birer ayetinde geçmektedir. Bu ifadenin ikisinin başında “fî” diğerinde ise “min” harf-i ceri bulunmaktadır. Bu nedenle içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alacağımız ilk iki ayette, ifade “annelerinizin karınlarında” üçüncü ayetteki ise “annelerinizin karınlarından” şeklinde çevrilmiştir.
İnsanlar ne kadar günah işlemiş olurlarsa olsunlar Allah’ın rahmetinden umut kesmemelidir. Tövbe kapısı herkese açıktır (ez-Zümer 39/53): “Küçük günahların dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada, sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir.” (en-Necm 53/32). Ayetteki “büyük günah ve edepsizlikler” ifadesinden kastedilen şey; şirk, adam öldürmek, yetim malı yemek, hırsızlık yapmak, zina etmek gibi cezası büyük olan ya da söz konusu günah hakkında Kur’an’da tehdit içerikli ifadelerin bulunduğu günahlardır. Bu günahlara götürecek kötü fillere “küçük günahlar (lemem)” denebilir. Seyyid Kutub’un (1906-1966) aktardığı bir yoruma göre de büyük günah ve edepsizlik fiillerinden bir defa işleyip tövbe eden kimse “küçük günah” işleyen kimse hükmündedir. Kutub, bu görüşü daha doğru bulur ve ayetteki “Rabbin, affı bol olandır.” kısmının da bu görüşü desteklediğini ifade edip ek olarak şu ayetleri belirtir: “Yine onlar bir kötülük işlediklerinde ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının affedilmesini dilerler. Günahları Allah'tan başka kim affedebilir? Onlar işledikleri günahlarda bile bile ısrar etmezler.” (Al-i İmran 3/135-136). Bu iki ayetteki kimselerin muttaki olduğuna bir önceki ayet dikkat çeker (Al-i İmran 3/134).[1] Ayetteki “küçük günahlar”ın bağışlanması, onların günah olmaması anlamında değildir. Bu bağışlama, Allah’ın merhametinden dolayıdır. Allah, Âdem’i topraktan yarattığı zamanki haliyle bildiği gibi onun sonrasında karı-koca ilişkileri sonucu doğan çocukları ve torunlarının da doğmadan önceki hallerini bilir. O halde insanın kendisini temize çıkarıp, iyi insan olduğundan söz etmesinin pek bir anlamı yoktur. Allah insanın her tutum ve davranışını bilmektedir. Bu durumda yapılması gereken şey, günahlara tövbe etmektir.
İnsanların kökeni Âdem’e dayandığı için aralarından üstünlük iddialarında bulunmalarının sağlam temelleri yoktur. Kadın erkek farkı açısından bakıldığında da durum farklı değildir. Üstünlük, Allah’a kulluk bilinciyle yaşayıp yaşamamayla ilişkilidir: “Allah sizi bir tek nefisten yarattı, sonra ondan da eşini yarattı. Sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirdi. Sizi de annelerinizin karınlarında üç katlı karanlık içinde çeşitli safhalardan geçirerek yaratıyor. İşte bu yaratıcı, Rabbiniz Allah'tır. Mülk O'nundur. O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl oluyor da (O'na kulluktan) çevriliyorsunuz?” (ez-Zümer 39/6). Yeme içme ihtiyacıyla birlikte yaratılan insan, bu konuda çaresiz değildir. Deve, sığır, keçi ve koyun türü hayvanlar, onun hizmetine sunulmuştur. Allah, bir şeye ol, dediğinde olur (el-Bakara 2/117); fakat O, görebildiğimiz kadarıyla yarattıklarının iyiye/kötüye doğru aşama aşama gitmesini uygun görmüştür. İnsanı ve onun hizmetine sunduğu hayvanları yaratan Allah, aynı zamanda itaat edilmesi gereken tek varlıktır. O’nun hükümlerine aykırı hareket edenlere gönüllü itaat doğru değildir (Al-i İmran 3/149). İnsanın, verilen bunca nimete rağmen, nankörlük etmesi şaşılacak bir şeydir. Ayetin sonunda “Nasıl çevriliyorsunuz (feennâ tusrafûn)?” şeklinde edilgen çatılı bir fiil kullanılması, asıl muhatabın saptıranlardan ziyade yoldan çıkaran şeytanlara/liderlere uyan kimseler olduğunu göstermektedir. Akıllarını başkalarının emrine verip akletmemeyi tercih edenlerin yaptığının, Allah katında bir mazereti olmaz. Kitaptaki ve evrendeki ayetler üzerine düşünmek farzdır.
Allah; insana kulak, göz ve kalp gibi nice nimetleri peşin olarak vermekte, ondan iman ve salih amel ile şükretmesini istemekte bunu yaparsa da ona ahirette daha fazla nimetin müjdesini vermektedir: “Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karınlarından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (en-Nahl 16/78). Ayette sayılanlar dâhil verilen nimetlere şükür, Allah’a şirk koşmaksızın ibadetle görünür hale gelir. Bir şey bilmezken yeryüzünde halifelik yapabilecek kapasiteye kavuşan insanın, bu imkânı veren yaratıcısına isyankâr bir tutum takınması yani kulaklarını batıla, gözlerini harama ve kalbini fesada yönlendirmesi izah edilemez bir çelişkidir.
Görüldüğü gibi “annelerinizin karınları” ifadesinin yer aldığı ayetlerde küçük kusurları hariç, büyük günahlardan ve ahlaksız tavırlardan uzak duranların affedileceğinden, Allah’ın, yarattığı insanı çok iyi bildiğinden, bu nedenle insanın kendisinin iyiliğini vurgulayıp anlatmasının hatalarını gizleyemeyeceğinden, farklı ırk ve cinsten olsalar da insanların aynı özden yaratıldığından, hayvanların insanların hizmetine verildiğinden, insan yaratılışının bir süreç içinde gerçekleştiğinden, bunu görmezden gelip batıla çağıranların peşinden giderek sapıtmanın şaşırtıcılığından ve ona verilen kulak, göz ve kalp gibi nimetlerden söz edilmektedir.
[1] Seyyid Kutub, Fî zılâli’l-Kur’ân, 17. Bs (Beyrut: Daru’ş-Şuruk, 1412), 6: 3412-3413.