Kur’an'ın cümle, sure ve bölümleri anlamındaki ayet kavramı, açık alamet anlamına gelir.[1] Kur’an’ın üç ayetinde çoğul olarak “ayetlerin” (âyatike/آيَاتِكَ) lafzıyla Allah’ın ayetlerinden söz edilmektedir. Bu yazıda; içinde bulundukları surelerin nüzul sırasına göre değerlendirilecek olan o ayetlerin, ikisindeki ifadenin çevirisi, bağlamları gereği “ayetlerine” ve diğeri de “ayetlerini” şeklinde yer alacaktır.
Allah’ın adil ve merhametlidir. İnsanları hakikati bulmak konusunda yapayalnız bırakmaz: “Eğer biz, bundan (Kur’an’dan) önce onları bir azapla yok etseydik muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: Ya Rabbi! Bize bir elçi gönderseydin de şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce senin ayetlerine uysaydık!” (Taha, 20: 134). İlahi azap geldiğinde ise azabın muhatapları rezil bir halin içine düşerler Hayattayken bâtılın peşine düşmek suretiyle kendilerine acımayanlara, azap kırbacı da acımaz. Çünkü onlar, Allah’ın ayetlerine duyarsız kalarak yaptıklarının karşılığını görürler.
İnsanlar, kendi başlarına doğruyu tam olarak tespit edemezler. Vahiy ve rasuller, onlara hakikat arayışında ilahî bir ikram olarak gelir: “Bizzat kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de senin ayetlerine uyup müminlerden olsaydık!’ diyecek olmasalardı (seni göndermezdik).” (Kasas, 28: 47). İnsanlar, vahiy getiren bir rasul ile muhatap olmasalardı doğru yolu bulamamaları durumunda şeriatla sorumlu tutulmazlardı. Aslında Mekkeli müşrikler Ehl-i Kitap’tan haberdardılar. Ne var ki Tevrat ya da İncil’e yönelmediler. Onlara kendi içlerinden bir peygamber gelmesi şeklindeki bir nimeti de değerlendirmediler. Nankörlük ettiler. Yok edilen toplumlara dair kıssalardan ibret almadılar. Aksine onların izinden gittiler.
Hz. Muhammed, Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’in duasıdır. Her ikisinin duası şöyledir: “Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.” (Bakara, 2: 129). Her iki peygamber de kendi risalet çabalarını sadece ömürleri ile sınırlı görmemekte ve sonraki nesillerin ıslahı konusunda da duyarlılık göstermektedir. Her iki peygamberin duası, makbul bir duadır. Fakat duanın tarihin hangi döneminde gerçekleşeceği bilgisi onlarda değil, Allah katındadır. O, uygun gördüğü bir zaman diliminde o iki peygamberin duasını gerçekleştirmiş ve söz konusu peygamber, “son peygamber” olarak gönderilmiştir. İki peygamberin duası, uzun bir zaman sonra gerçekleşiyorsa müminlerin de Allah’tan istedikleri hayrın hemen gelmemesi durumunda, umutsuzluğa kapılmamaları gerekir. Hz. Muhammed’in okuduğu ayetler, Allah’ın ayetleridir ve inananların inanç ilkelerini ve ilahi hükümleri içermektedir. Dolayısıyla arınmak isteyen kimseler Allah’ın ayetlerini okumaksızın bu arınmayı gerçekleştiremez. Hz. Muhammed sadece kendini günahlardan arındırmayı hedeflememiş, toplumun vahiy doğrultusunda bir değişim yaşaması için çabalamıştır.
Dünya hayatında Allah’ın ayetlerini umursamaz bir hayat sürdükleri için ahirette pişman olan, güzel işler yapmak amacıyla dünyaya dönmek isteyen ancak kendilerine izin verilmeyen kimselerden söz edilmektedir: “Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde şöyle der: Rabbim! Beni geri döndürün.” (Müminun, 23: 99). İş işten geçtikten sonra pişman olan o kimselerden olmamak için dünyada, doğru bir itikad ve salih amel bütünlüğü içeren bir hayat sürmek gerekir.
[1] İsfahâni, Rağıb, el-Müfredât fî Gâribi'l-Kur’an, Daru'l-Marife, Beyrut, ts., s. 33.