Bu yazıda ikisi Mekki bir surede ve üçü de Medeni surelerin ikisinde yer alan “diğer (uhara)” lafzının yer aldığı ayetler ele alınacaktır. Bunlardan Al-i İmran suresinde olanı uharu şeklindedir. Bağlam gereği “uhar/uharu” lafzı, söz konusu beş ayette “diğerlerini, diğerleri, diğer ve diğerleri” şeklinde çevrilmiştir.
Hz. Yusuf dönemindeki kral bir rüya görür ve onun etkisinde kalır: “Kral dedi ki: Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek görüyorum. Ayrıca yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru (görüyorum). Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız benim rüyamı da bana yorumlayınız.” (Yusuf, 12: 43). Ayette kralın “gördüm” değil de “görüyorum” demesi, onun aynı rüyayı defalarca gördüğünü akla getirmektedir. Belki de rüyasını ciddiye almasında etkili olan da budur. Kralın çevresindekiler ya gerçekten bilmediklerinden ya da kendi yorumlarının kralı öfkelendirmesinden çekindikleri için o rüyayı yorumlamazlar. Allah, kralın çevresindekileri o rüya hakkında bir şeyler söyleyebilmekten de alıkoymaktadır. Adeta bu olay, haksız yere hapiste tutulan Hz. Yusuf’un kurtulmasının ön hazırlığıdır.
Kralın rüyasının ne anlama geldiği netleştirilemeyince, Hz. Yusuf’un hapishanede birlikte kalan, çıkınca da kralın hizmetçisi olan arkadaşının tavsiyesi ve aracılığıyla, rüyanın ne anlama geldiği Hz. Yusuf’a sorulur: “Ey Yusuf! Ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.” (Yusuf, 12: 46). Söze başlayan kişi, Hz. Ebubekir ile özdeşleşen bir hitabı Hz. Yusuf için kullanmaktadır: Doğru sözlü kişi (sıddîk). İman ettiğini bilmediğimiz bu “arkadaş”ın, onun hakkında kullandığı bu sıfat, Müslümanların doğru sözlü olduklarında “başvurulan kişi” haline geldiklerine de işaret etmektedir. Hz. Yusuf, hapishanedeyken, arkadaşı üzerinde o kadar iyi bir izlenim bırakmıştır ki arkadaşı, kralın rüyasının ne anlama geldiği konusunda hemen onu hatırlamıştır. Doğru sözlü olmak, insanı hapse sürükleyebilir ancak doğruluk etkisini yitirmez. Hz. Yusuf’un yanına gelen kişinin, “Yusuf, bu rüyayı ancak sen yorumlayabilirsin!” dememesi, onun yerine “ümit ederim” demesinden anlaşılan şey, diğerleri gibi onun da rüyanın anlamı hakkında bir şey söyleyememesi ihtimalinden ve hapishanede tutulmasının devamlılığından duyduğu endişeden dolayıdır. Hz. Yusuf’un yanına gelen kişinin krala değil, “insanlara (isabetli yorumunla) dönerim” demesi, onu Hz. Yusuf’a kralın değil, kralın çevresindekilerin gönderdiğini akla getirmektedir.
Allah, kullarına güçlerinin yettiğinden fazlasını yüklemez. Ramazan orucunda da durum farklı değildir: “Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde tutar. Oruç tutmakta zorlananlara bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara, 2: 184). Hasta ve yolcu olmanın asgari niteliği ayette belirtilmediği için hüküm geneldir. Oruç tutup tutmamak, hasta olduğunu söyleyen ya da yolcu olan kimsenin bileceği bir şeydir. Bu durumda, o kişi oruç tutmadı diye kınanmaz. Hastalık ve yolculuk bitince, oruç tutulmayan günler için fidye vermek olmaz, oruç tutmak gerekir. Maden, beton ve yol işçisi, tellâk, hamal gibi ağır işlerde çalışan kimselerin “oruç tutmakta zorlananlar” kapsamında değerlendirilebileceği yani Ramazan’da oruç tutmayabilecekleri söylenmektedir.
Bir sonraki ayet, yine Ramazan orucundan söz etmektedir: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa diğer günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara, 2: 185). Yüce Allah’ın oruç ibadetinde kolaylık sağlamasından dolayı O’na şükretmek gerekir.
Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin rahat anlaşılır olanları (muhkem), ilk bakışta hemen anlaşılamayan ayetleri (müteşabih) anlamada birer anahtardır. Fakat kötü niyetli kimseler muhkemleri değil müteşabihleri temel alırlar: “Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşabih ayetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek payeye erişenler ise ‘Ona inandık. Hepsi Rabbimiz katındandır.’ derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar.” (Al-i İmran, 3: 7). Ayetleri anlamlandırırken, şeytan yine faaliyetlerini sürdürür. Etkisine girmemek için, ayetler okunurken Allah’a sığınmak gerekir. Müteşabih ayetler, insan bilgisini aşan durumları, insan diliyle ifade ettiği için bir çırpıda anlaşılmazlar. Bu ayetlerdeki kapalılık, muhkem ayetlerle birlikte üzerinde düşünülünce büyük oranda ortadan kalkar.