Kur’an’da “dün (el-ems)” kelimesi, iki Mekki sûrenin toplam dört ayetinde yer almaktadır. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları iki sûrenin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Mazlum olmak, kişiyi her eyleminde haklı kılmaz. Hz. Musa, İsrailoğullarından birinin, düşmanına karşı yardım isteğine kayıtsız kalmamış ancak yardım çabası kasıt içermeyen bir ölüm olayıyla sonuçlanmıştı (el-Kasas 28/15). O kimse ikinci kez yardım istediğinde Hz. Musa onun karakterini anlamış ve tekrar bir yanlışa düşmemişti: “Şehirde korku içinde, (etrafı) gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryat ederek yine ondan imdat istiyor. Musa ona dedi ki: Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın!” (el-Kasas 28/18). Ayetten anlaşılan şey, yardıma muhtaç olmakla yardıma muhtaç görünmenin farklı şeyler olduğudur. Hz. Musa, yardım isteyen kimsenin, ikinci türden biri olduğunu anlamış ve ona bir kez daha sahip çıkmamıştır. Hz. Musa’nın, kendisinden yardım isteyen kimseye “besbelli bir azgınsın” demesi, ona yardım etme konusunda heyecanına yenildiğini fark ettiğini göstermektedir.
Ölçüsüz davranışlara sahip kimsenin azgın bir olduğunu anlamasına rağmen Hz. Musa, yine heyecanına yenik düşme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu kez Hz. Musa’nın ve ondan yardım isteyen kimsenin düşmanı olan kimse, Hz. Musa’yı şöyle uyarmıştır: “Musa, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki: Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi bana da mı kıymak istiyorsun? Demek düzelticilerden olmak istemiyor da bu yerde ille yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen!” (el-Kasas28 /19). Zulmün yoğunlaştığı dönemlerde insanların ölçüyü gözetmeleri zorlaşmaktadır. Bu dönemlerde gösterilen aşırı denebilecek tepkiler, yanlış olsa da suç konulu değerlendirmelerde “hafifletici bir neden” içerdikleri söylenebilir. Kıptilerden biri olan adamın Hz. Musa’ya dönük uyarıları Hz. Musa’nın, Firavun’un sarayına mensup biri olarak görülmediğini göstermektedir. Aksi takdirde saray erkânından birine bu tür eleştiriler yapmak, kolay olmazdı. Ayette düşmanın söylediklerinin her zaman yanlış olmayabileceğine dair bir ima da vardır.
Allah, dilediğine bol bol dilediğine az rızık verir (ez-Zümer 39/52). Kişi rızkın çok olanını değil, hayırlı olanını istemelidir. Çok rızık Kârûn’a nasip olmuştur; ancak ona nasip edilen mülkiyet onu yoldan çıkarmıştır: “Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: ‘Demek ki Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor, dilediğine de az. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkârcılar iflah olmazmış!’ demeye başladılar.” (el-Kasas 28/82). Firavun gibi Kârûn da sahip olduğu zenginliğe şükredeceği yerde nankörlüğü seçmiş ve her ikisi de cezalandırılmıştır. Müminlere düşen şey, devasa mülkiyete sahip olanlara imrenmek değil, o kadar mülkiyete sahip olup da sınavı kaybedip sapıtanlardan olmadıkları için şükretmektir. Allah’tan iktidar ve zenginlik değil, her şeyin (iktidar ve zenginlik dâhil) hayırlısı istenmelidir. Kârûn’un yerinde olmak isteyen kimseler de bu gerçeği kavramakta ve onun akıbetinden ibret almaktadır. Onların “Demek ki inkârcılar iflâh olmazmış!” demeleri, nankörlerin ilahi cezalandırmaya muhatap olduğu kuralını kavradıklarını ve meseleyi Kârûn ile sınırlı görmediklerini göstermektedir. Ayrıca bu ayetin bağlamında Kârûn’un “inkârcı” olduğu bilgisi verilmediği için onun inkârının nankörlük (amelî küfür) olduğunu ve bundan dolayı cezalandırıldığını da söylemek mümkündür.
Yağmur, kuru toprağı adeta canlandırır ve ona yeşil bir elbise giydirir. Şeytan bu güzelliğin ebedi devam edeceği vesvesesini verir ve ne yazık ki insanların çoğunu kandırır. Hâlbuki dünya hayatı geçici ahiret yurdu ise kalıcıdır: “Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşip birbirine girer. Nihayet yeryüzü ziynetini takınıp, süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi kökünden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (Yûnus 10/24). Yangınlar, sel felaketi, depremler vs. aslında dünya nimetlerinin kalıcı olmadığını gösteren uyarılardır. İnsanların çoğu, bu uyarıları dikkate alıp hesaplarını ebedi cennet yurduna göre yapması gerekirken geçici nimetlerin büyüsüne kapılıp ahireti unutmaktadır.
Görüldüğü gibi “dün (el-ems)” kelimesinin geçtiği ayetlerin ikisinde Hz. Musa’nın başına dert açan İsrailoğullarına mensup birinden ve düşmanından aldığı uyarılardan, Kârûn’un zenginliğine imrenen kimselerin Kârûn’un azaba uğramasının ardından yanlışlarını fark etmelerinden ve dünya hayatının geçiciliğinden söz edilmektedir.