Kur’an’da “Emin oldu.” anlamındaki “emine” fiili, iki Mekki surenin üç ayetinde ve biri de Medeni bir surede olmak üzere toplam dört yerde geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Şeytanın süslü göstermesiyle insanların çoğu, sanki bu dünyada ebedi kalacaklarmış gibi yaşarlar. Hâlbuki her anı, ölüp “hesap günü”ne gidileceği bilinciyle yaşamak gerekir: “Yoksa o ülkelerin halkı geceleyin uyurken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?” (el-A`râf 7/97). Ayetteki soru üslubu, “Allah’ın azabından emin olmaları mümkün değil.” anlamındadır. Her ne kadar ayet okunduğunda “geçmiş toplumlar” akla gelse de benzer özellikleri taşıyan her toplum ayetteki sorunun muhatabıdır. Uyurken böceklere, sineklere karşı kendisini koruyamayan insanların çoğu ne yazık ki Allah’tan gelebilecek bir azaba karşı tedbir almaz. Ayrıca tufan, sel, deprem vb. felaketlere karşı insanın tedbir alması gerekir. Bu tedbir evrene konulmuş olan ilahi yasalara itaat kapsamındadır. Yine de bu tür felaketlerden korunmak için ne kadar tedbir alınırsa alınsın ondan ancak Allah’ın dilediği ölçüde korunmak mümkün olur.
Önceki ayette geceleyin şu ayette ise gündüz vakti gelecek azaptan insanların emin olamayacakları ifade edilmektedir: “Ya da o ülkelerin halkı kuşluk vakti eğlenirlerken kendilerine azabımızın gelmeyeceğinden emin mi oldular?” (el-A`râf 7/98). Yani Allah’ın kötü kimseler için uygun gördüğü azabından kaçmak mümkün değildir. Gün ışığı yükseldiğinde insanlar vahyin yol göstericiliğinden uzaklaşıp eğlenirlerken de azap gelir. Gündüz çalışma zamanı olduğundan azabın muhatabı, o vakti boş işler için kullananlarla sınırlanmıştır. İyi işler için çabalayanların başına bela gelse bile ceza değil, onların sınanması ve iradelerinin kuvvetlendirilmesi için gelir.
Tevhid ehline karşı tuzak kuran müşrikler, Allah’ın cezasından güvende olmadıklarını bilmelidir: “Kötü planlar kuranlar Allah'ın kendilerini yerin dibine geçirmesinden yahut fark etmedikleri bir yönden üzerlerine azap gelmesinden emin midirler?” (en-Nahl 16/45). Dünya sınav yeridir. Hiç kimse bu dünyada cennet ortamı beklememelidir. Madem dünya ebedi bir sığınak değildir, o halde insan ebedi cenneti arzulamalı ve onu kazanmaya çalışmalıdır. Dünyaya meyledip yerin dibine geçirilen Karun (el-Kasas 28/81), Allah’tan korkanlar için hiç de iyi bir örnek değildir. Müminler, tuzak kuranların tuzaklarını takip etmeli, hakkın batıla galip gelmesi için çabalamalı ve bu sayede tuzakçılar, şer içerikli faaliyetleri için boş bir alan bulamamalıdır.
Borç alanın bir şeyi rehin olarak vermesi İslam’dan önce vardı; ancak İslam, rehin olarak insan vermeyi dışarıda tuttu ve mal vermekle sınırladı. Yolculuk halinde de dışında da durum böyledir. Rehin alan, rehin aldığını kullanamaz: “Ve eğer siz bir yolculuktaysanız ve bir yazıcı da bulamazsanız rehinler yeterlidir. Bazınız bazınıza emin olursa kendisine emniyet olunan, emaneti ödesin. Ve rabbi olan Allah’tan korksun. Şahadeti de gizlemeyiniz. Onu kim gizlerse şüphesiz onun kalbi günahkârdır. Ve Allah, sizin yapacağınız şeylere bilir.” (el-Bakara 2/283). Borç ilişkisini kayda geçirecek güvenilir birinin bulunamaması durumunda rehin alıp vermek bir alternatiftir. Rehin, adeta şahit ve yazıcı yerine geçmektedir. Borç alıp verenler birbirlerine güveniyorlarsa borçlarını yazmayabilirler. "Güvenilir olmak” tüm borç ilişkileri için geçerli kılınmalıdır; çünkü kişi kötü niyetliyse yazsa da rehin de verse borcu konusunda verdiği söze aykırı hareket edebilir. Borç ilişkilerindeki “sıkılık” Müslümanların birbirlerine güvenmedikleri şeklinde değil, işi sağlama aldıkları yönünde değerlendirilmelidir. Yazma, rehin, şahit tutma vs. ihtilaf durumunda çözümü kolaylaştırmaktadır. Eğer alacaklı öldüyse bu araçlar daha da fonksiyonel hale gelmektedir. Anlaşmaya şahit olan kimse, gerektiğinde şahitliğini yaparsa kul hakkı ihlallerini önlemiş ve sevap almış olur.
Görüldüğü gibi güvende oluşu ifade eden “emine” fiilinin yer aldığı ayetlerde Allah’ın azabından ne gece ne gündüz vaktinde emin olunabileceğine, borç ilişkisinin ciddiyetine ve yazılı ya da maddi teminatın önemine, anlaşmaya şahit olanın ihtilaf durumunda şahitliğini yapmasının gerekliliğine işaret edilmektedir.