Kur’an’da “emredersiniz (te’murûne)” ifadesi, ikisi Mekki diğer ikisi de Medeni surede olmak üzere toplam 4 ayette geçmektedir. Bu ayetlerin sadece birisi (Al-i İmran 3/110) soru şeklinde değildir. Söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Hz. Musa’nın risaleti örneğinde olduğu gibi insanları Allah’ın birliğine çağırmanın aynı zamanda ilahi hükümleri yok sayan rejimlerin gayrimeşruluğunu kabul etmeyi gerektirdiğini anlayan Firavun rejiminin ileri gelenleri şöyle dedi: “Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne emredersiniz? (el-A`râf 7/110). İleri gelenlerin hitap ettiği kimseler, Firavun’un daha geniş bir danışma meclisi olabileceği gibi Mısır halkı da olabilir. İsrailoğullarının erkeklerini öldürüp kadınlarını sağ bırakma örneğinde olduğu gibi haddi aşan bir adamın ileri gelenlerinin, halkın tümünün görüşüne başvurması ve ona göre hareket etmesi beklenemez. Bu nedenle söz konusu “Ne emredersiniz?” hitabı halkın tümüne yönelikse onları Hz. Musa’ya karşı kışkırtma amaçlı olsa gerektir. Hz. Musa, onlara “Mısır’dan çıkın!” demediği, aksine onları bir olan Allah’a kulluğa ve İsrailoğullarını köleleştirmekten vazgeçmeye çağırdığı gerçeğine rağmen, ileri gelenler Hz. Musa’nın gizli gündemi olduğunu söylemek istemekte ve insanların Hz. Musa’nın mucizelerine ve mesajına yoğunlaşmasını engellemeye çalışmaktadır. Diğer bir ihtimal de ileri gelenlerin muhatabının Firavun olduğu, kibarlık ifadesi olarak ona, “sen” yerine “siz” dedikleridir. Yani yurtlarından çıkarılmak istenen Mısır halkı değil, Firavun’un kendisidir ve Hz. Musa’ya ne yapılacağı konusunda “Ne emredersiniz?” diye sorulan kimse de Firavun’dur. En doğusunu Allah bilir.
Yukarıda Firavun’un ileri gelenlerinin sözünün bir benzerini bu kez Firavun’un kendisi söylemektedir: “Sizi sihriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne emredersiniz?” (eş-Şuarâ 26/35). Firavun rejiminin ileri gelenleri Hz. Musa’nın Mısırlıları nasıl yurtlarından edecekleri konusunu genel bir ifadeyle dile getirirken Firavun, yurtlarından edilmeleri konusunu, sihir dediği Hz. Musa’nın mucizelerine bağlamaktadır. Hâlbuki sihirbazlar para ile kiralanırlar ve onlar, sihir yoluyla iktidar temin etmeye çalışan kimseler değildir. Zaten sihir yaparak iktidar olan kimse de yoktur. Firavun gibi otoriter bir yöneticinin, ileri gelenlerine “Düşüncenizi söyleyin!” demek yerine “Ne emredersiniz?” demesi, Hz. Musa’nın mucizeleri karşısında ne yapacağını bilemez hale geldiğini, acze düştüğünü göstermektedir. Diğer bir ihtimal de Firavun’un ileri gelenlere karşı kibar davrandığıdır. Ne de olsa batıl düzenin devam etmesi açısından onlara muhtaçtır.
Kendilerini düzeltmedikleri halde başkalarını düzeltmeye çalışmak bir çelişkidir. Kur’an Yahudi din adamlarına şu eleştiriyi yöneltir: “İnsanlara iyiliği emredersiniz de kendinizi unutur musunuz? Kitabı okuyup durduğunuz halde düşünmez misiniz?” (el-Bakara 2/44 ). Ayetteki çelişkiyi yaşayanların kötü durumları hesaba katıldığında iyiliği bırakıp kötülüğü emredenlerin –çelişkiye düşmemiş olsalar da- daha kötü kimseler olduğu açıktır. Yahudi din adamlarına yönelik bu eleştiriden ibret alarak şöyle demek mümkündür: İyilik; genel itibarıyla Allah, insanlar, özelde müminler ve daha özelde de akrabalarla ilişkilerde somut olarak görünür. Emretme gücü ve imkânına sahip olan kimseler (âlim, yargıç, amir vs.), örnek davranışlar sergilemekten geri durursa o zaman nimete nankörlük etmişler demektir. Ayrıca onların çelişkili tutumu, insanları davet edilen hakikatlerden de soğutur.
İslam ümmetini değerli kılan şey nemelazımcılıktan uzak durmasıdır: “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız ve Allah'a iman edersiniz. Eğer Ehl-i Kitap da iman etmiş olsaydı şüphesiz kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır; ancak çoğunluğu yoldan çıkmıştır.” (Al-i İmran 3/110). İyi bir toplum “Her koyun kendi bacağından asılır!” deyip işlenen suçlara karşı duyarsız kalmaz. Müslüman toplumun, iyiliği emir-kötülüğü nehiy sorumluluğunun sahibi olmakla tanımlanması, bu yönünün onu diğer toplumlardan ayırt eden özelliği olduğunu gösterir. Bu sorumluluk, hayra çağırmaktan farklı olarak gerektiğinde güç kullanmayı da ima eder. İyiliği emir-kötülüğü nehiy sorumluluğunun ardından üçüncü bir nitelik olarak Allah’a imandan da söz edilmesi, inanç-pratik uyumunun önemine işaret etmektedir. Ayrıca bu farzı yerine getiren Müslümanlar, “sorumluluğu terk” türü şeytani vesveselere karşı Allah’a sığınırlar ve doğru bildikleri yolda kararlı bir şekilde yürürler. Bu sayede kötü kimselerin onları vazgeçirme çabaları etkisiz hale gelir. Bazı insanlar tevhid dininden bağımsız olarak insanları kötülükten vazgeçirmeye çalışıyor ve bu yaptıkları İslam ile uyum arz ediyor olabilir. Böyle çabalar teşvik edilir; ancak ahirette cennetlik olma açısından bir değeri yoktur. Müslümanlar arasında “Ben özgür bir bireyim, bana karışamazsınız.” cümlesinin duyulması, İslam toplumunun söz konusu erdeminin sergilenmesinde zaaflar yaşandığını gösterir.
Görüldüğü gibi “emredersiniz” ifadesinin yer aldığı ayetlerde Firavun’un ileri gelenlerinin ve kendisinin Hz. Musa’nın mesajını perdelemek için adeta “Vatan elden gidiyor!” söylemine sarıldığından ve kendilerine gönderilen peygamberi sihirbazlıkla itham ettiklerinden, insanları iyiliğe davet edip kendilerini unutanların çelişkisinden, iyiliği emir ve kötülüğü nehyin müminlere farz olduğundan ve Ehl-i Kitab’ın da son ilahi çağrıya muhatap olduğundan söz edilmektedir.