Kur’an’da, kulak (أُذُنٌ) kelimesi, biri Mekki ve dördü de iki Medeni surenin birer ayetinde ikişer defa geçmektedir. Tevbe suresinde iki defa geçen kelime, bağlam gereği “kulaktır” diye çevrilmiştir. Maide suresinde ise iki defa geçen bu kelime, belirtililik takısı (ال) almıştır ve ilk geçtiği yerde bağlam gereği “kulağın” şeklinde tercüme edilmiştir. Bu yazıda söz konusu kelimenin geçtiği ayetler, içinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre değerlendirilecektir.
Kur’an, muhtemelen Nuh’un gemisini kastederek “Sular kabarınca biz sizi akıp giden (gemide) taşıdık.” (Hakka, 69: 11) dedikten sonra “Onu size bir ibret yapalım ve işiten bir kulak onu bellesin.” (Hakka, 69: 12) ifadesini kullanmaktadır. Belirttiğimiz ilk ayette “sizi” denilse de kastedilen Hz. Nuh dönemi müminleridir. Eğer o dönemde, o kavimden başka kavim yok idiyse bu durumda tufan sonrası tüm insanlığın ataları –sadece Nuh değil- o gemidekiler olur. Allah, bu ayetle müminlerin dikkatini o gemiye çekmektedir. Gemiye binen müminler, toplumlarının içinde yaşarken şeytanın vesveselerine, inkârcıların tuzaklarına kanmamış, vahyin aydınlık yolunu takip etmiş ve kurtulmuşlardı. Bâtılın değil hakkın sesine kulak vermişlerdi. Dünyada ödüllendirildiler, ahirette de –inşallah- kurtulanlardan olacaklardır. Nuh döneminde, onun davetine kulak veren ancak toplumun büyük çoğunluğunu peşinden sürükleyen ve sesi çok çıkan kesimlere tâbi olmayan müminlerin kurtulmalarında, sonraki dönemlerin müminleri için bir ibret vardır. Ne var ki bu kıssadan ibret almak, işiten kulak sahipleri için mümkündür. Çünkü onlar vahyin sesini can kulağıyla dinler ve Nuh döneminde yaşanan olaylar ile kendi dönemleri arasında irtibat kurup hidayete tâbi olurlar.
Kur’an, önceki kitapların tüm hükümlerini iptal etmez. Sözgelimi suç işleyenin kısas yoluya cezalandırılması cezası böyledir. Bu cezalandırma, ilk defa Kur’an’da yer almaz: “Tevrat'ta, Yahudilere yazılı olarak bildirdik ki canın karşılığı can, gözün karşılığı göz, burnun karşılığı burun, kulağın karşılığı kulak, dişin karşılığı diştir ve yaralamalarda da karşılıklılık (kısas) ilkesi geçerlidir. Kim kısas hakkını bağışlarsa bu onun günahlarına kefaret olur. Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm vermeyenler ise zalimlerin ta kendileridirler.” (Maide, 5: 45). Bu ceza verme yöntemi tarihin bir dönemine ait değildir. Yani kıyamete kadar geçerli bir uygulamadır. Kısas, oldukça sert bir ceza görünse de suçu önlemede hapis cezasına göre daha fazla çözüm ürettiği söylenebilir. Çünkü zarar vermek isteyen kimse, verdiği zararın aynısını ödeyeceğini bildiğinde suç işlemekten daha fazla geri durur. Zarar gören kimse illa da karşısındaki suçlunun eşit derecede cezalandırılmasını istemeyebilir. Elinde imkân olmasına rağmen, suçlunun yanlışını anladığı kanaatine vardığında onu affedebilir. İslam’ın hedefi insanların intikam duygularını kabartmak değil, adaleti sağlamakla birlikte birbirlerine merhamet göstermeye teşviktir.
Peygamber (s) insanların sözlerine o kadar değer veriyordu ki münafıklar bu davranışını bile alay konusu edinmişti: “Onlardan (münafıklardan) bazıları da ‘Peygamber herkesi dinleyen bir kulaktır.’ diyerek onu üzerler. Onlara de ki: O sizin için yararlı bir kulaktır. Allah'a inanır, müminlere güvenir, içinizdeki müminler için rahmettir. Allah'ın elçisini üzenleri acıklı bir azap beklemektedir.” (Tevbe, 9: 61). Tüm peygamberlerle alay edilmiştir. Bu ayetteki alay konusu ise insanlara yardım niyetiyle onların sözlerine kulak vermedir. Dinleyen kişi, son peygamberdir. O, insanları hayra yönlendirme çabasıyla dinliyorsa onlara vakit ayırıyorsa böyle bir kimse insanlara Allah’ın rahmetidir. Alaycılar tavırlarından vazgeçmezlerse azaba uğrayacaklardır. Sure Medine’de indiğine göre muhtemelen Peygamber’in Müslümanların yanı sıra Ehl-i Kitab’ı ve münafıkları dinlemesi de alay konusu oluyordu. Ayetteki alaydan, “seçkinci bir tavır” da sezilmektedir. Yani alaycı kimselere göre toplumsal konumu düşük kesimlerin sözlerinin bir değeri yoktur. Peygamber’in (s) onları dinlemesi ve sözlerine değer vermesi olacak şey değildir! Halbuki mal-mülk bir imtihan aracıdır. Sözün dinlenilir olması mala göre değil, sözün içeriğine göre değer kazanır.
Görüldüğü gibi Kur’an’da “kulak”; kıssadan ibret almak, kısas cezası ve Peygamber (s) ile alay bağlamında yer almaktadır.