Kur’an’da “Kur’an” lafzı

Doç. Dr. Murat Kayacan

Kur’an’da “Kur’an” lafzı el-Kur’an, Kur’anehu, LeKur’anun, Kur’anun, Kur’anen, Kur’anin, Kur’ane şeklinde altmış dokuz yerde geçmekte olup bunların en fazla Kur’an’da yer alanı el-Kur’an şeklinde belirlilik takısıyla olanıdır. Bu yazıda bu lafızlardan sadece Kur’anun, LeKur’anun, Kur’ane (iki defa) ve Kur’anin lafızlarının yer aldığı dört ayeti, içinde bulundukları surelerin nüzul sırasını dikkate alarak ele alacağız. Vakıa suresindeki ayeti incelerken siyakındaki ayetlerin meallerini de vereceğiz.

Kur’an’ın Allah’ın gönderdiği bir kitap olmayıp sihir, şiir, secili ifadeler vs. şeklinde insan eli değmiş bir eser olduğu imalarına itiraz niteliğinde şöyle denilmektedir: “Hayır o şerefli bir Kur'an'dır. Levh-i Mahfuz'dadır.” (Buruc, 85: 21-22). Levh-i Mafhuz’daki olduğu gibi Kur’an, hafızlar sayesinde de korunmuştur: “Hayır, o (Kur’an), kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık ayetlerdir. Ayetlerimizi ancak ve ancak zalimler bile bile inkâr eder.” (Ankebut, 29: 49).  Kur’an müşriklerin sandığı gibi değildir, onda insanlara dünya ve ahiret mutluluğu sağlayacak pek çok hayır vardır.

Kur’an’ın içinde bulunduğu Korunmuş Kitaba (Kitabin Meknûn) şeytanlar değil sadece melekler dokunabilir: “O, elbette şerefli bir Kur’an'dır. Korunmuş bir Kitaptadır. Ona temizlenenlerden başkası el süremez. (O), âlemlerin Rabbinden indirilmiştir. Şimdi siz bu sözü mü küçümsüyorsunuz?” (Vakıa, 56: 77-81). Kastedilen Korunmuş Kitap değil Kur’an dersek dokunulmazlık konusu yine insanlarla değil meleklerle ilgili olmuş olur. Çünkü dokunulamayan (dokunulması yasak olan değil) Kur’an elimizdeki değil, onun Korunmuş Kitaptaki halidir.  Kur’an Peygamber (s)’in kalbini sağlamlaştırma amacıyla bir defada indirilmemiştir (Furkan 25: 32). Bu sayede o, kendisine sorulan sorulara yerinde ve zamanında doğru cevap verme imkânı da bulmuştur. Davet ve belağat da bunu gerektirir. Kur’an’ın şerefli oluşu, onun dünya ve ahirete ilişkin öğretiler içermesindendir. Ona tâbi olmanın doğal sonucu da onun gibi şerefli olmaktır.

Kur’an sabah namazına özel bir önem atfetmektedir: “Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de fecrin ışıkları bir araya gelip belirginleştiği/yoğunlaştığı vakit sabah namazını kıl. Çünkü sabah Kur’an’ı (okuması) görülecek şeydir.” (İsra, 17: 78) Bu ayetteki sabah Kur’an’ı ifadesinde Kur’an fecre izafe edilerek kullanılmakta ve Kur’an’ın kendisi değil sabah namazı kastedilmektedir. Bu güzelliğe şahid olanlar da hem namaz kılanlar hem de meleklerdir. Ayetteki sabah Kur’an’ı (okuması) kısmına sabah namazı değil fecrin aydınlığı anlamını verenler de vardır.

Yüce Allahu evrende ne olup bittiğini her an takip ettiği gibi, Kur’an okuyanları da takip etmektedir: “Ne durumda olursan ol, onun hakkında Kur'an'dan ne okursan oku ve siz ne yaparsanız yapın girişimde bulunduğunuzda biz sizin üzerinize şahidiz. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden gizli değildir. Bundan küçük olsun büyük olsun ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Yunus, 10: 61). Kur’an'dan ne okursan oku ifadesinin orijinalinde geçen zamirinden kastedilenin Allah olduğunu düşünürsek bu durumda da Peygamber (s)’e Allahu Teala’dan indirilen Kur’an’dan ne okursan oku denilmiş olmaktadır. O zamirden kastedilenin Kur’an olduğunu söylersek o zaman cümlede iki tane Kur’an’dan söz edilmiş olmaktadır. Bu durumda “Kur’an’dan hangi kısmı okursan oku” denilmiş olmaktadır. Çünkü Kur’an hem kitabın tamamına hem de bir kısmına (suresine ya da ayetine) verilen isimdir. Yukarıda belirttiğimiz ve “Kur’an’a abdestsiz dokunulmaz.” iddiasına delil olarak getirilen Vakıa suresindeki ayette geçen Kur’an da Kur’an’ın kendisi değil bir kısmıdır. Zira Vakıa sure nüzul sırasına göre 46. suredir ve henüz Kur’an’ın yarısı bile inmemiştir.

Görüldüğü gibi ele aldığımız dört ayetin ilk ikisinde Kur’an lafzı, Kur’an’ın Allah katında mevcut Korunmuş Kitapta (Levh-i Mahfuz/Kitabun Meknûn)ki halini, üçüncüsü sabah namazını ve dördüncüsü de elimizdeki mushafı ifade etmek için kullanılmıştır.

***

Mâturîdî, Ebu Mansur (ö. H. 333), Tefsiru'l-Mâturîdî, 10 c., Daru'l-Kütübi'l-İlmiye, Beyrut, 2005.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.