“Yurdumuzdan (مِنْ اَرْضِنَا)” ifadesi, Kur’an’ın üç Mekki suresinin üç ayetinde yer almaktadır. Bu yazıda, söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Allah, Hz. Musa ile Hz. Harun’u, doğru yolu göstersinler diye Firavun’a gönderdi. Musa, Firavun’un sorduğu sorulara cevap verdi. İsrailoğullarına yaptığı zulme dikkat çekip onu bu yaptığından vazgeçirmeye çalıştı. Evrendeki ayetlere, ölüm sonrası dirilişe dikkat çekti. Mucizeler de dahil Firavun’a, Allah’ın ayetleri gösterildi ancak Firavun ibret almak yerine kendince “vatan savunmasına” geçti: “Dedi ki: Bizi, yaptığın büyü ile yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin, ey Musa?” (Taha, 20: 57). Bu ayetin yer aldığı Taha suresindeki bağlam dikkate alındığında, Firavun’un kastettiği “büyü”, vahyin ve gündeme getirdiği konuların etkileyiciliği olsa gerektir. Her ne kadar bu ayetten önce “ayetlerimizin hepsini ona gösterdik” denilmesi (Taha, 20: 56), mucizeleri de içerir bir ifade olsa da merkezde olan şey, Hz. Musa’ya verilen mucizeler değil, düşünen herkesin fark edeceği içimizdeki ve dışımızdaki ayetlerdir.
İslam, insanlara “dünyevi rahatlık” garantisi vermez. Dünya, çetin imtihanların yaşandığı bir yerdir. Sabredenler, imtihanlarından kaynaklanan zorluklara göğüs gerebilir ve üstesinden gelebilir. Allah’ın verdiği nimetleri “Hemen şimdi!” isteyenler, dini yaşamanın bedelini ödemeleri gerektiğinde ahirette alacakları ödülleri değil, dünyada kaybedeceklerini düşündükleri nimetleri dikkate alırlar: “Biz seninle beraber doğru yola uyarsak yurdumuzdan atılırız, dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere (Mekke’ye) yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.” (Kasas, 28: 57). Doğru yola uymak, insanı sahip olduğu nimetlerden uzaklaştırabilir. Fakat dünya hayatı, ahiret dikkate alındığında gayet kısa bir geçimliktir. Ayrıca dünyada sahip olunan şeylerin, dünya hayatı boyunca elde kalacağı kesin değildir. Buna rağmen, dar düşünen kimseler dinleriyle vatanları arasında tercih yapmaları gerektiğinde dini vazgeçilebilir görmekte, yurt edindikleri yere çakılıp kalmaktadırlar. Hâlbuki korunmada öncelikli olan dindir, vatan ikinci sırada gelir. Dinin rahat yaşanamadığı bir yerde -dinden uzaklaşma pahasına- kalmaktansa Allah’ın arzının genişliği dikkate alınıp hicret edilmelidir. Ayetten de anlaşıldığı gibi insanın kendisine ait olduğunu düşündüğü şeyleri veren Allah’tır. Onları kaybetme korkusunu merkeze almak, dinden uzaklaşmayı önemsememek, mümince bir tavır değildir. Her hâlükârda insanlar, hesaba çekileceklerini bilmelidirler. Asıl olan şey, ahiretteki kalıcı nimetlere sahip olmaktır. Ne yazık ki insanların çoğu ahireti ikinci plana atar şekilde bir hayat sürmektedir.
Allah, tarih boyunca peygamberler göndermiş ancak insanlar, onlara itaat edip dünya ve ahiret mutluluğunu kazanacakları yerde onları tehdit etmişlerdir: “Kâfir olanlar peygamberlerine dediler ki: ‘Elbette sizi ya yurdumuzdan çıkaracağız ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!’ Rableri de onlara, ‘Zalimleri mutlaka helak edeceğiz!’ diye vahyetti.” (İbrahim, 14: 13). Kavimleri, peygamberlerine iki seçenek sunmaktadır: Ülke topraklarını terk etmeleri ya da İslam’dan vazgeçmeleri. Görüldüğü gibi inkârcılar, Allah’ın birliği ve peygamberleri aracılığıyla insanlara doğru yolu gösterdiği inancının tebliğ edilmesine tahammül göstermemektedir. Düşünsel açıdan peygamberlere cevap veremeyen toplumların tepkisi böyle olur: Ya gideceksiniz ya da kalıp Allah’a ortak koşan bir yaşam biçimini benimseyeceksiniz! Ayette, böylesine haddi aşan kimselere yönelik ilahî tehdit şöyledir: “Zalimleri mutlaka helak edeceğiz!” Müminleri vatan ile din arasında tercih yapmaya zorlamak suretiyle dini yasaklamaya çalışanların cezalandırılması, ilahi bir vaattir. Zalimlerin yaptıkları kötülükler karşılıksız kalmayacaktır. Mehmet Akif Ersoy’un ifadesiyle “Allah’ın nusreti (yardımı) bize kâfidir (yeterlidir). O, ne güzel muhafızdır (koruyucudur).”
Görüldüğü gibi “yurdumuzdan” ifadesi; ilk ayette müminlerin yüzünden “yurtlarından çıkarılma endişesi” taşıdığını belirten Firavun, ikinci ayette dünya malını dine tercih edenler ve son ayette ise inananlara yönelik tehditler savuran kâfirler tarafından kullanılmaktadır.