-Dini yaşamayan için de Kur’ân gurbettedir-
Büyük düşünür Hasan Basrî böyle söyler. Gurbet hayatı yaşamaktan Kur’ân’ı kurtarmak ise, onu doğru bir şekilde anlamak ve gereklerini yerine getirmekle mümkün olacaktır.
Bir hadislerinde Peygamberimiz, insanların bir vadide, Kur’ân’ın bir başka vadide olacağı günlerden bahseder, böyle bir duruma düşmemeleri için ümmetini uyarır. Kur’ân bir vadide, insanlar başka bir vadide olacak. İnsanlarla Kur’ân arasında, dağlar olacak, onların Kur’ân’a ulaşmasının önünde engeller bulunacaktır. İnsanların, Kur’ân ile buluşmasını engelleyen dağlar, değişik şekillerde kendisini gösterebilir.
Kur’ân, insan için gelmiş, insana hitaben gelmiş, onun dertlerine derman olmak için gelmiş, ona huzurlu bir dünya hayatı yaşatmak için gelmiştir. Mutlu olmak isteyen insan, Kur’ân ile olmak, onunla buluşmak, onu okumak, anlamak ve gereklerini yerine getirmek zorundadır. Bunun için de Kur’ân ile aramıza konulan yahut koyduğumuz engelleri aşmak, kaldırmak zorundayız.
Bizim Kur’ân ile buluşmamıza mani olan bu dağ, Kur’ân’ın diline yabancı olmak olabilir, onu okumayı, anlamayı ve onun gereklerini yerine getirmeyi öncelememek olabilir. Bu engelleri koyanlar, bu dağları yapanlar insanların bizzat kendileri olabilir, diğer insan ve cin şeytanları/kötülük odakları olabilir.
Bir insan, Kur’ân’ı önemsemezse, onu okuma anlama ve gereklerini yaşama işini öncelikleri arasına almazsa, Kur’ân ile arasına engelleri koymaya başlamış demektir. Artık onun için Kur’ân’ın dili anlaşılmaz gelir, onu okumak ve onu yaşmak nefsine ağır gelir. Bu insan için yapılması gereken daha öncelikli şeyler vardır. O, çok daha başka şeyler okumalıdır, alıcısını Kur’ân’ın dışında çok daha farklı şeylere çevirmelidir. Çünkü ona göre Kur’ân karın doyurmamakta, para kazandırmamakta, köşeyi dönmesine yardım etmemekte, üstelik Kur’ân o kişinin içerisine düştüğü ve kazanç elde ettiği bir takım kanalları kapatmak istemektedir.
Kur’ân ile insanlar arasına bu dağları/barikatları kuranlar başka kötülük odakları olabilir. Ama bunlar, insanın kendi zayıf iradesi, zayıf imanı, cehalet ve gafletinden cesaret alarak onu etkilemeye çalışırlar.
Hatırlayalım, Kur’ân’ın indiği ilk dönemde müşrikler, insanları Kur’ân dinlemekten alıkoymak için akla hayale gelmedik şeyler yapıyorlardı. Onlara pazarladıkları cariyeleriyle olmadık hikâyeler anlatıyor, cezp edici gösteriler yapıyorlardı. Kur’ân okunurken gürültü çıkarıyorlardı. İnsanlar Kur’ân dinlemesin diye, kulaklarına pamuk tıkamalarını tavsiye ediyorlardı. Kafalarının karışacağını, rahatlarının kaçacağını söyleyerek onları Kur’ân’dan korkutuyorlardı. Kur’ân hakkında, beşer sözü, cinlerin sözü, deli saçması, büyücülerin uydurması, kâhinlerin düzmesi, şairlerin sözü, eskilerin masalları gibi şüpheler oluşturmaya çalışıyorlardı. Günümüzde de, çok çeşitli yöntemleriyle insanları Kur’ân’dan alıkoymak isteyen pek çok odak gece gündüz çalışmaktadır.
Bütün bu engellemeler, ilk Müslümanları Kur’ân yolundan alıkoymaya yetmemişti. Onlar tüm bu engellemelere rağmen, Kur’ân’a giden yol üzerine kurulan tüm bu barikatlara rağmen onları aşarak Kur’ân’a ulaşmışlar, onunla buluşmuşlar, onu okuyup dinlemişler ve onunla dolmuşlardır. Bugün de insan benzer azim ve kararlılığı gösterirse, onu Kur’ân’dan alıkoymaya çalışanların tüm çabaları boşa gidecek ve sonuçsuz kalacaktır.
Kur'ân'ın ilk suresi, Fatiha'nın bir adı da 'Ümmü'l- Kitap'tır. Yani kitabın anası, esası, temeli demektir. Bu isim Kur'ân'ın isimleri arasında da sayılmıştır. Buna göre Kur'ân, kitapların da anası, esası ve temelidir. Ve Kur'ân, şehirlerin anası (Ümmü'l-Kurâ) Mekke'de inmeye başlamış ve mesajıyla tüm dünyayı aydınlatmıştır.
Bu nedenle bütün kitaplar, o bir kitabı anlamak için yazılır ve okunur. Kur'ân'ın diğer bir adı 'sağlam kulp' anlamında el-Urvetü'l-Vüskâ, bir diğer adı da 'Allah'ın kopmaz ipi' anlamında Hablullahi'l-Metîndir. Evet Kur'ân tutunulacak en sağlam ve kopmaz tutamaktır.
Kur'ân, bizim kitabımızdır. O, bizim rehberimiz, hayat düsturumuzdur. İnananlar olarak biz, onu merkeze alarak düşünmeli, konuşmalı, yazmalı ve yaşamalıyız. Hz. Peygamberin belirttiği gibi, içerisinde Kur'ân okunmayan ev harabeden, kendisinde Kur'ân'dan bir şey bulunmayan kimse ölüden farksızdır. Buna göre içerisinde Kur'ân'dan bir şeyler olmayan bir yazı ve düşünce de boş ve anlamsızdır.
İnsanlık olarak bizler, Kitaba muhatabız, ona karşı sorumluyuz. Öteki âlemde de ondan sorulacağız. Bu yüzden biz, Kitaplı olmak ve Kitaba uygun yaşamak borcundayız. Onun için, Kitapsızlık, bizim kültürümüzde ağır bir yergi ifadesidir. Bu konuda bizim görevimiz, yapıp ettiklerini Kitabına uydurmak değil, Kitaba uymaktır. Çünkü rehberi Kur'ân olanı o, dünyada mutlu bir hayata, ahirette cennete götürür. Tıpkı peygamberimizin dediği gibi: “Kur’ân’la konuşan doğru söylemiş olur. Onunla amel eden ödüllendirilir. Onunla hükmeden, adaletli davranmış olur. Ona çağıran, doğru yola çağırmış olur.” (Tirmizi, Fadâilü'l-Kur'ân 14; Dârimî, Fadâilü'l-Kur'ân 1)
Unutmayalım ki Kur’ân’sız insanın kendisi de gurbettedir. Kur’ân’ın gereklerini yerine getirmeyerek ona gurbet hayatını yaşatan kişi, onsuz kalmakla kendisini de boşluğa, yalnızlığa itmiş demektir. Kur’ân’ı gurbetten kurtarmak da, gurbetten kurtulmak da Kur’ân ile olmakla, onunla dolmakla mümkündür.