Manisa’nın köyleri boşalıyor. Tarım yapamayan insanlar Antalya’ya seracılık yapmaya gidiyor. Ailece göç ettikleri yerlerde en zor koşullarda yaşıyorlar, asgari ücretle hayatlarını sadece idame ettiriyorlar. Onların boş tarlalarını da birileri ele geçiriyor. Manisa’nın yerlisi olan ahali, geleneklerinden, tarım bilgisinden kopmuş, mutsuz ezcümle.
Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu’nun ana konusunun küresel ısınma olması da tesadüf değil elbette. Konya Ovası’nda görülen kuraklık sadece yanlış sulamaya bağlanamaz. Konya’da da Manisa’da yaşanan göçün benzeri var. Göç sadece ekonomik değil değerler açısından da bir göç ve değişim demek. İnsanlar yoksulluğa göçüyor, bu, değerlerin yoksullaşmasını getiriyor. İş sadece asgari ücrete bağlanmış bir aktivite olarak görülüyor. Binlerce işsiz her yere hücum ediyor. Kırsalın hızlı boşalması kentte sosyal ve kültürel sorunlar yaratıyor. Çoğunluğu kırsal bölgede yaşayan nüfustan bugün kırda yüzde 34 oranına düşmüş bir nüfus yoğunluğu var. Tarımdan hızla kopma var. Tarımsal sanayi acilen desteklenmelidir.
Bazıları diyor ki: Bu çağda iletişim, elektronik varken pancarla, patatesle ne uğraşacaksın? Japonya o daracık adada şeker üretiyor, hem de üç ayrı maliyette şeker üretimi var. Ülkenin doğru beslenmesinin planlanması ve sürekliliği, gıda güvenliği günümüzün en önemli tarım politikasıdır.
Almanya sadece tarımsal üretimi desteklemez, kırsaldaki nüfusu da destekler. Nüfusun ve geleneklerin devamlılığı önemlidir. Modern değerlerle gelenekseli birleştirerek verimi artırır. İnanç kuralları ve gelenekle örtüşen işletme modellerinin daha verimli olduğunu birçok modelde izliyoruz. Japonya en iyi örneklerden biri.
Bizim değerlerimiz açısından da dayanışma, helal ve haram kavramlarının bir işletme modelinde asli değerler haline dönüşmesinin işletme kimliğine ne kadar büyük değer katacağı ortadadır. Bu sentez işletmeyi bizim kılar.
Bunların hepsinin ötesinde küresel dünyada gelişmiş değer sistemlerine entegre olmak kendinden vazgeçmek değildir. Ona yeni bir şeyler katmaktır. Bu dünyada o zaman var olmak mümkün.
Ülkemiz temel gıda maddelerini stratejik değer olarak üretmek zorundadır. Bu tarım politikasıdır. Sayfalar dolusu raporlar yazıp kağıt harcayarak rafa dizmek marifet değil. Hayatın içinde yaşanır kılmak politikadır. Milleti ilgilendiren de bu.
Küresel ısınma çeşitli alternatif çalışmaları öne çıkardı. Toprak yüzeyinin yeşillendirilmesi, toprağın nem kaybının engellenmesi şart. Tarım yapmak zorundayız. Tarım kültürünü devam ettirmek stratejik bir gelecektir. Dünya, tarıma nasıl bakıyorsa biz de öyle bakmalıyız. Konya Ovası’nda çölleşmenin önüne geçmek için oksijen veren bitkilere ihtiyaç var. Şekerpancarı 1’e 4 oksijen veren bir ekim. Ormandan bile fazla bir verim bu. Bizim için iyi olan dünya tekelleri için iyi olmayabilir, onlara teslim mi olacağız? Şeker kotalarında helak mı olacağız? Yönetmek ülke için iyi olanı bilmek ve uygulamaktır, teslim olmak değil.
Devesini aldı götürdü diye dedikodusunu yaptığımız Libya yeraltı göletlerini çöle taşımak için 60 milyar dolar kaynak ayırdı. Biz ne yapıyoruz? Arşivde bekleyen raporlardan bana ne?
Eski çocuklara mutlaka ipekböceği alınırdı. Onu beslemek, büyütmek ve kozalarını seyretmek önemli bir eğitimdi. Dut ağaçlarının kesilmemesi gerektiğini yaprakların böcekler için önemini, onu yiyerek üretilen harika ipeği, böcekten kelebeğe dönüşümün heyecanlı öyküsünü izleyen bir çocuk küresel ısınmaya karşı ciddi bir garantördü.
Benim de ipekböceklerim vardı ve kozalarımı sıcak suya atmaya kıyamadım. Kozada kalan kelebeğin boşuna ölmesini anlayamadım. Türkiye, kozada ölüp giden kelebek olmasın. Suda haşlanıp ipeğe dönüşüp dünya sahnesine en güzel renkleriyle serilsin istiyorum.