Kur'an-ı Kerim mazlum pozisyondaki İsrailoğullarının haklarını, dünya hayatında zinet ve nice mallar verilen Firavun ve kavminden (Yunus, 10:88) almaya çalışan Hz. Musa’dan söz etmektedir. Firavun ve kavminin zulmü o kadar şiddetliydi ki, işkenceye uğramaktan korkuya düştükleri için İsrailoğullarından bir grup gençten başka Hz. Musa'ya iman eden olmadı. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi (Yunus, 10: 83). O Firavun ki, “Rabbiniz de kimmiş, ey Musa?” (Taha, 20: 49) deme saygısızlığında bulunmuş ve ileri gelenlerine, “Sizin için benden başka bir ilah tanımıyorum.” (Kasas, 28: 38) diyecek kadar da kibirli hareket eden bir yöneticiydi.
Hz. Musa eline silah almadığı halde Firavun, “Bırakın beni, dedi. Musa'yı öldüreyim; (Kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın!” (Mümin, 40: 26). Hz. Musa onun sarayına canı pahasına geri döndü, ona hakkı tavsiye etti, onu İsrailoğullarını köleleştirmekten vazgeçmeye çağırdı ve İsrailoğullarının özgürlüğü için mücadele verdi. Hz. Musa’nın çabaları adalet yolunda erdemli bir tavra işaret etmektedir. Ne var ki, bu tavrı gördüğü halde İsrailoğullarından, “Sen bize (peygamber olarak) gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi.” (Araf, 7: 129) diyen kesimler de oldu. Yani Hz. Musa’nın onların durumlarında gerçekleştirmeye çalıştğı ıslahatın karşılığında şükredici ve bu çalışmaları bir ileri safhaya götürücü bir tavrı benimsemediler. İşte bu tutumları Hz. Musa tarafından eleştiri konusu olmuştur. Yani o salt otoritenin yanlış uygulamaları değil, otoritenin haksızlıklarına karşı savunduğu İsrailoğullarının “kabul edilemez” tavırlarını da tenkit etmiştir.
Peki, yukarıda söylediklerimizin Kürt milliyetçileriyle ne ilişkisi var? Türkiye dışından Türkiye’ye bakışı esas alarak konuya girecek olursak, Türkiye’de İslamcılar iktidarda ve Kürtlerin hakları konusunda bir mesafe alma gayreti içindeler. Düne kadar Kürt illerinde yollara kurulan askerî barikatlar ve arama noktaları nedeniyle seyahat özgürlükleri kısıtlanan insanlar bugün PKK’nın yol kesip adam kaçırma eylemlerinin yarattığı korkuyu yaşıyorlar.[1] Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele (JİTEM) korkusunun ise neredeyse esamesi okunmuyor gözlemlediğim kadarıyla.
Birtakım yetersizliklerle de olsa Türkiye’de Kürt sorununu çözme iradesini ortaya koyan, en azından sorunun etraflıca tartışılabildiği bir siyasi zemin mevcut. uzun yıllara yayılmış savaş olgusunun da biriktirdiği bir hastalık olarak toplumsal yapıda ciddi boyutlarda seyreden (Türklerdeki) milliyetçi-hamasi yaklaşımları AK Parti Hükümetinin kısmen de olsa törpüleyebildiği ve tedricen attığı adımlarla ciddi bir tepki dalgasıyla karşılaşmadan sorunu gündemleştirebilmeyi başardığı görülüyor.[2] Bu süreci daha ileriye taşımak yerine Kürt milliyetçileri yol kontrolleri yapıyor, karakol basıyor, roketli saldırılar düzenliyor vs. Bu tutumu da sorgulamak gerekmez mi?
Kürtçe seçmeli ders düzenlemesini BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak’ın, “Ana dili seçmeli ders yapmak asimilasyondur.” şeklindeki nitelemesi, Kürt milliyetçiliğinin aynı Türk milliyetçiliği gibi sorunun çözümsüzlüğünden beslendiğini göstermekte. “Yetersiz ama gelecek açısından umut verici.” demek yerine “İstemezük!” demek akl-ı selim işi midir? Muhtemelen amaçları olumlu gelişmelerin örgütün varlığını sorgulamaya götürmesini engellemek. Bu durumda şu soruya cevap vermek gerekiyor: öncelik Kürtlerin hakkı mı yoksa Kürt milliyetçiliğinin somut görünü mü PKK’nın varlığı mı?
Kabul edelim ki, uzunca bir süredir açık bir biçimde ortaya konulmayan, yüzleşmekten kaçınılan bir gerçek var önümüzde. Türk ulus devletinin on yıllar boyunca ürettiği kirliliğin sonuçları konusunda net tutum sahibi Müslümanların bir kısmı rejime karşı muhalif konumda bulunma refleksiyle Kürt ulusal hareketinin sebep olduğu kirliliğe, çözümsüzlüğe açık tavır almaktan imtina eder bir tutum içinde. Oysa Kürt ve Türk milliyetçilerinin “Kürt sorununun –kan dökülmesine son verici bir çerçevede- çözülmesi konusunda” engelleyici bir tutum içinde olduğu bir ortamda adaletten söz ediliyorsa ve çözüm arzu ediliyorsa, sorunun da çözümün de kapsamlı ve çok boyutlu bir tarzda ortaya konulması gerekiyor.[3]
Devlet adına sergilenen zulümlere, dayatmalara nasıl tepki veriliyorsa, sorunu pervasızca çözümsüzlük batağına doğru sürükleyen Kürt milliyetçilerinin provakasyonlarına, dayatmacı tavırlarına karşı da sessiz kalınmamalı. İsrailoğulları nasıl mazlum pozisyondayken onların haklarının savunulması ve haktan, adaletten uzaklaşan taraflarına da eleştiriler yöneltilmesi Hz. Musa’ya vahyin yüklediği bir sorumluluk idiyse, benzer şekilde Kürtlerin meşru ve makul taleplerini dile getirme ve temin etme sorumluluğunun gereğini yerine getirme çabası içinde olan Müslümanlar da, bir yandan devletin Kürtlere yönelik adaletten uzak uygulamalarını bertaraf etmeye çalışırken, Kürt milliyetçilerinin olumlu gelişmeleri yok sayıcı ve önünü tıkayıcı eylemlerini de görmezden gelmemelidirler.
Milliyetçilik Türklere ne hayır getirdi ki Kürtlere de getirsin!
[1] Kaya, Rıdvan, “PKK ve Milliyetçilik”, Haksöz Derg., S. 256, İst., 2012, s. 13.
[2] A.y.
[3] A.g.m., s. 14.