Kutlu Doğum etkinlikleri ülkemizin bütün köşelerinde gittikçe halkımız tarafından büyük bir teveccühle sahiplenilmekte ve yoğun katılımlarla kutlanmaktadır. Bu sene geçen yıllara göre programlar daha canlı bir şekilde ve bayram havasında geçmektedir. Toplumumuzun bütün kesimleri Mevlid-i Nebi programlarını gönülden sahiplenmekte, maddi ve manevi anlamda her türlü desteği vermektedir. Hiç kuşkusuz bu sahiplenmeye Danimarka ve bazı Batılı ülkelerinde ortaya çıkan karikatür krizinin da etkisi olmuştur. Bu sebeple Diyanet İşleri Başkanlığımız bu yılki etkinliğin adını: “Peygamberlere Saygı” haftası olarak belirlemiştir. Çünkü İslam inancına göre bütün peygamberlere iman etmeden mü’min olunamaz. Kur’an’da; “Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayrım yapmayız” (el-Bakara 2/285) buyrulmaktadır.
Bizim milletimizin tarihinde ‘Kutlu Doğum’ haftalarını kutlamak bir milat oluşturmuştur. Osmanlı 1514’den 1918’e kadar Hicaz bölgesinin yönetimini üslenmiştir. Bu yıllarda Medine’de Ravza-i Mutahara merkezli Hz. Peygamberin velâdeti büyük törenlerle kutlanırdı. Şehrin emîri o günün sabahı beyaz giysilerini giyer, her zaman olduğu gibi peygamberimizin kabr-i şerifini bizzat kendi elleriyle büyük huşû içerisinde temizlerdi. O gün Medine’de bayram yapılırdı. Dükkanlar kapanır, vitrinleri süslenirdi. Çocuklar bayramlıklarını giyer, Müslümanlar Mescid-i Nebî’ye akın eder; hatimler indirilir, Mevlitler okunur, binlere varan salâvat-ı şerifeler getirilirdi. Sabahleyin ecdadımız top sesleriyle o günün Mevlîd-i Nebî olduğunu halka duyururdu. Sokaklara, çarşılara ve büyük alanlara peygamberimizin hadislerini içeren dev dövizler ve pankartlar asılırdı. Dünyanın değişik bölgelerinden Medine’ye Allah resulünü ziyaret için gelen Müslümanlar bu ihtifallere tanık olurdu. Osmanlının bu geleneğini kendi ülkelerine taşırlardı. Bugün hâlâ Cezayır’de, Tunus’ta, Fas’ta, Malezya’da, Endonezya’da kısaca İslam Dünyasının her tarafında ecdadımızın bu geleneği yaşatılmaktadır. Mondros Mütarekesiyle Hicaz’ı bırakmak zorunda kaldığımız yıllarda Vehhâbiler bid’attır diye bu geleneğe son vermişlerdir. 1918’den beri Medine’de böylesi ihtifaller düzenlenmemektedir. Değil Peygamberimizin doğum gecesi, hiçbir mübarek gece bile kutlanmamaktadır. Bazı Müslümanlar büyük bir tedirginlik içerisinde evlerinde kutlamaktadırlar.
Bundan birkaç sene önce İslam’a yeni girmiş bir Amerika’lı Müslüman, Peygamber Efendimizin Kabr-i Şeriflerinin çevresindeki demir parmaklıklardan tutarak O’na hürmeten öpmüş. Suudi yetkililer yaptığı işin bid’at olduğunu ve şirke girdiğini söyleyince bu yeni Müslüman kardeşimiz dayanamamış; “Siz, kralınızın ayağını öperken câiz oluyor da benim, peygamberime saygı için demir parmaklıkları öpmem niçin bid’at oluyor?” demiş. Elbette burada sınırı aşmadan ziyaret adâbına uygun hareket etmemiz gerekmektedir.
Suudi Arabistan’da yaşayan bir dostumuz; Vehhâbiler, bid’attır deyu Hz. Peygamberin doğum yıldönümünü kutlamazken, kendi çocuklarının doğum yıldönümlerini milyonlarca masraf yaparak israf içerisinde Batı’lılardan daha müsrif ve de çılgın bir vaziyette kutladıklarını anlatmıştı.
Elbette bu haftalar vesilesiyle peygamberimizin manevi mirasını yaşadığımız çağın içinden çıkılmaz kaotik ortamlarına taşımak büyük faydalar sağlayacaktır. Bu haftalarda yapılan etkinlikler, eğer bilinirse, birlik ve dirliğimizin manevi harcını da oluşturmaktadır. İnsanlığın Hz. Peygamberin getirdiği mesaja ve onun yaşayan sünnetine büyük ihtiyacı vardır. Burada ‘yaşayan sünnet’ ifadesine dikkatlerimizi çekmek istiyorum. Hz. Aişe validemize, Hz. Peygamberin ahlâkı sorulduğu zaman; “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’an’dı” buyurmuşlar. Elbette her birimiz yaşayan Kur’an olmalıyız. Bazıları ‘Yaşayan Sünnet’ ifadesine kafayı takarak, efendim bu deyim ‘Yaşayan Kur’an’ ibaresine karşı geliştirilmiş bir zihniyettir, diyor. Hâşâ, Kur’an’la sünneti yarıştırmak gibi bir anlayışın içine giriyor. Aslında burada böyle bir rekâbet görmek doğru değildir. İslam âlemine baktığımız zaman Müslümanların Müslümanlıklarının görünürlüğünü sergileyen formel sünnettir. Kur’an’la sünnetin ilişkisi kayıkla küreğin ilişkisi gibidir. Mademki Hz. Peygamber yaşayan Kur’an’dır, o halde onun sîretini ve nebevî sünnetini tanımak ve anlamak yaşayan Kur’an örnekliğini kavramamıza yardımcı olacaktır.
Aslında ben bu yazıyı Kutlu Doğum haftasına sektörel bir boyut kazandırmaya çalışan ve Hz. Peygamber üzerinden ticaret yapmaya kalkanlar hakkında yazacaktım. Geçenlerde bir yazarımız olayın bu cephesine kısaca işaret ederek, bazı yayınevlerinin hizmeti değil de ticareti öne çıkararak Hz. Peygamberle ilgili hiçbir fikri mesâi harcamadan kes-yapıştır formülüyle bir haftada piyasaya kitaplar sürdüklerine değinmişti.
Geçenlerde bir kadın eline bir sepet dolusu kurabiye almış, önüne gelene Kutlu Doğum kurabiyesi ikram ediyor, arkasından da pamuk eller cebe dercesine kutlu doğum aşına katkı sağlar mısınız? diyerek yardım topluyordu. Anlaşılıyor ki, kutlu doğum etkinlikleri, rasgele bazı kişilerin Hz. Peygamber için yemek vereceğiz, yardım eder misiniz? şeklinde işi, duygu istismarına dönüştürmesi noktasına varmaktadır. Kutlu doğum etkinlikleri kurumlar tarafından peygambere yakışır bir ciddiyetle planlanmalı ve gerçekleştirilmelidir. Kutlu Doğum programlarını sulandırmak isteyenlere fırsat verilmemelidir. Magazinleştirici programlardan şiddetle kaçınılmalıdır. Maalesef bu konuda coşkulu ve samimi girişimlerin yanında, istismara yönelik girişimlerin yapıldığına da tanık oluyoruz. Bu konuda her Müslüman’ın duyarlı olması gerekmektedir.
Selam olsun bütün peygamberlere ve onların aydınlık yolunu izleyenlere!..