Türkiye’nin son dönemde yaşadığı siyasal ve sosyolojik olaylardan sıyrılmak istediğine değinen Güngör Mengi, Türkiye’deki laiklik tartışmaları üzerinden yola çıkarak, “Özgürlüklerine sahip çıkan toplumun laiklik üstündeki oyunlar karşısında pasif seyirci olmaması gerekir” diyor.
Türkiye karşıt rüzgârların çarpıştığı bir boğazda kendine çıkış arıyor sanki. Toplumun ağırlıklı tercihi bellidir: Atatürk’ten miras düşünce sistemi onu medeni dünya ile beraber olmaya yöneltiyor. Ama diğer yanda din sömürüsü, radikal milliyetçilik ve bölücülükten hız alan cereyanlar yoldan çıkma riski yaratıyor. Oysa Türkiye elli yıllık kıdeme ulaşmış demokrasisi ile istikrarsızlıklar yaşamaya mahkûm olmadan ve zaman kaybetmeden yolunda yürüyebilmeliydi. Bunun için öncelikle demokrasi sayesinde elde ettiklerinin kadrini kıymetini iktidar partisinin takdir etmesi gerekirdi. Rejimle çatışmak yerine tek başına iktidar imkânının güven duygusu ile başarılarını çoğaltmaya çalışması daha akıllı bir tercih olurdu.
Öyle olmadı. Dinle oynamaya devam ettikleri için Anayasa Mahkemesi’nde “laikliğe karşı eylemlerin odağı” olmaktan hüküm giydiler. Bu tecrübe bile iyiliğe vesile olabilirdi. Mesela AKP iktidarı o maceracı defteri kapatır, gerçekten rejimle kavgasına son vermiş bir merkez sağ parti kimliğini sahiplenebilirdi. Ama hayal kurmamak lâzım; bağımsız medya üstüne çullanarak demokrasinin temel değerleri ile kavgadan vazgeçmeyen bir iktidar böyle bir dönüşümü gerçekleştiremez.
Anayasa Mahkemesi’nden çıkan mahkûmiyet Demokles kılıcı gibi tepede sallandığından din sömürüsü AKP için ağır risktir. Yeni bir kapatma davasına davetiye çıkarmamak için laikliğe muhalefet doğrudan değil, dolanarak yapılıyor. AKP’nin anayasa operasyonları için sürekli danışmanlığından yararlandığı Prof. Ergun Özbudun işte bu hizmet için yeniden sahneye çıkmıştır. İngiliz meslekdaşı Prof. William Hale ile birlikte yazdıkları kitapta Ergun Özbudun “Kamu düzenini bozmadıkça bir dinin kamudaki görünürlüğünü yasaklamak doğru bir şey değil” diyor. Kamuda örtünmeye izin vermediği için Türkiye’deki laikliği “militan, dayatmacı laiklik” diye yerin dibine batırıyor, “Türkiye pasif laikliğe geçmelidir” diyerek türban amigoluğu yapıyor. Efendim kadın hâkimler türban takmamalı imiş ama milletvekilleri ve üniversiteli kızlara yasak olmamalıymış.
Fransa’da bile bu boyutta yasak uygulanmıyormuş. Türban konusunda bir rövanş hazırlığının işaret fişeği sayılabilir Özbudun’un açıklamaları. Anayasa’daki değiştirilemez laiklik ilkesinin yeni tanımlar icat edilerek delinmesi mi, aşındırılması mı; ne derseniz deyin; ama din istismarını yeniden güncel hale getirme arzusu çok açık kendini belli etmektedir. Çünkü bu sömürü silâhının parlatılıp kuşanılması zamanı, yani seçim vakti gelmektedir. Prof. Özbudun hiçbir Avrupa ülkesinde türban yasağı bulunmadığını söylerken her toplumun kendi şartlarına uygun modelleri üretmek zorunda olduğunu unutuyor. Siyasal İslâm, sözünü ettiği hiçbir toplumda rejim tehdidi doğurmuyor. İşte o sebeple başka hiçbir Batı ülkesinde benzeri bulunmayan Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’de vardır ve önemli bir örgüttür. Çünkü siyasetin dümen suyuna giren ve “pasif laiklik” maskaralığını üreten bilim adamları yarın “negatif laiklik” ucubesini de icat edebilirler!
Güngör Mengi- Vatan