Yıl 1911. İngiltere’de avam kamarasında sert tartışmalar olmakta. Savunma Bakanı Churchill sürekli olarak yapılması gereken savaşın İngiltere’ye neler kazandıracağını anlatıyor. Sol kanat üyelerinden Sheridan, Chuchill’e cevap olarak şu sözleri söylüyor. “ Kafasını duvara çarpa çarpa intihar edenler olmuştur ama kafasını çarpacağı duvarı inşa edene ilk defa rastlıyorum.” Sheridan yaşasaydı da görseydi. Türkiye’de siyasetçiler nasıl duvarcı ustalığı yapıyor. Her gelen en kısa zamanda kendi kafasını çarpacak duvarı inşa ediyor ama farkında değiller.
MİT Başkanı Irak’taki kırmızı çizgilerin giderek silikleşmeye başladığını, devlet olarak müdahale zamanının geçtiğini söylüyor. Cevap Başbakandan geliyor ama titrek seslerle. Üstelik konuşurken de sıkıntısı yüzünden belli. Rahat değil. Söyleyeceği sözlerin kendisini bağlayacağını hatta Cumhurbaşkanlığı seçimini, belki de genel seçime kadar giden bir süreci tetikleyeceğinin farkında. Süpürülmekten korktuğundan olsa gerek, süpürgeciyi kızdırmamak istiyor. Vaktinde verilen kontrolsüz vaatlerin siyasette sizi nasıl sıkıştırdığının en güzel örneği burada. Kalbi ile dili arasında sıkışan bir başbakan. İstediklerini tam olarak söyleyemiyor.
Irak’ta üç yıl içinde resmi olarak ölenler altıyüzellibin, resmi olmayan kim bilir ne kadar. Buna rağmen Türkiye bunu haykıramıyor. Bu bir soykırımdır diyemiyor. Abdullah Gül bir kere ağzından kaçırmıştı da ağzının payını nasıl almıştı hatırlayın. Başbakan. “Irak’ta 650 bin Iraklı öldü” diyor ama şunu da eklemeyi ihmal etmiyor: “5 bin de koalisyon askeri öldü.” Bana ne ölen koalisyon askerinden. Onlar işgalci değil mi? Ölmeye gelmediler mi? Onları mı sayacağım.? Başbakan istedi kadar kelime oyunlarıyla işgalci ve katillere “koalisyon güçleri” desin, Türk milleti işgalcileri ve onların taşeronlarını bir daha silinmeyecek bir şekilde hafızasına kazıdı. Irak’ta namusu kirletilen on binlerce masum Iraklı kadının acısını ta yüreğinde hissediyor bu millet. Ve nefreti büyüyor.
Mart tezkeresi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde reddedildikten hemen sonra ABD’ye yaptığı özür ve gönül alma ziyaretinde, Wall Street Journal gazetesine verdiğiniz röportajdaki şu cümlelerinizi Türk milleti nasıl unutabilir. “Ülkem sizin sadık yandaşınız ve dostunuzdur. Dahası, cesur (Amerikalı) genç erkeklerin ve kadınların mümkün olan en az zararı görerek evlerine (Amerika’ya) dönmelerini ve Irak’ta acıların en kısa sürede sona ermesini umud ediyoruz ve bunun için duacıyız.” Masum Iraklıları katleden cani ABD askerleri için gönülden yaptığınız bu etkileyici duanız hafızalardaki tazeliğini korurken, grup toplantınızda Irak’la ilgili bir şeyler söylemeye çalışırken çektiğiniz zorlukları anlıyoruz sayın Başbakan!
Bu yanlış ortada dururken Başbakan ve ashabı askerle çatışmak hatta ondan intikam almak gibi garip bir ruh hali içinde yeni bir kriz çıkarıyor. Lokmacı köprüsünün yıkılması. Lefkoşa'nın Ledra Sokağı'nda yer alan Lokmacı barikatı, 1963 kanlı Noel’de Rum saldırısı üzerine Türkler tarafından kurulan ilk barikattı. 40 yılı aşkın süredir şehri ikiye ayıran barikatın açılması ilk olarak 2005 sonunda gündeme geldi. 'Askeri bölge' niteliği de taşıyan barikatın adanın kuzey ve güneyi arasında yeni geçiş noktası olması amacıyla alınan karar askerlerce de onaylanınca KKTC, Lokmacı'da kendi tarafındaki duvarı bir gecede yıktı. Askerle yayaların karşılaşmaması için bölgeye üst-geçit inşa edildi. Ama bu girişime önce destek veren Rum yönetimi, sonra Türk tarafının 'ara bölgeyi ihlal ettiğini' savunarak BM Barış Gücü'ne (UNFICYP) şikâyette bulundu. Konu 2006 Aralık'ında yine gündeme geldi. KKTC yönetimi 28 Aralık'ta tek taraflı olarak 'çözüm müzakerelerini başlatma' amacıyla Lokmacının açılmasına engel teşkil eden üstgeçidin de tek taraflı yıkılmasına karar verdi. Bu tutum mektupla BM'ye iletildi, AB ve ABD de karardan memnun kaldı. Ancak Rum tarafındaki esnaf, turistlerin daha ucuz olan Türk tarafına kaçacağı kaygısıyla itiraz bayrağı açtı, zaten isteksiz olan Rum Yönetimi de ertesi gün, "Tüm engeller kaldırılmadan caddeyi açamayız" itirazında bulundu. Rumlar, kapının ancak 2005 ve 2006'da BM'ye sundukları şartlarla açılabileceğini belirtti. Bu şartlar bölgenin mayınlardan temizlenmesi, askersizleştirilmesi, KKTC bayrağı gibi sembollerin kaldırılmasını içeriyor. Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı da, 'Rumlar adım atmadan' Türk tarafının barikatı tek taraflı yıkma kararına itiraz etti. “Askersizleştirme”, Papadopulos ile Hrisostomos’ın-Talat ve Soyer’in müşterek söylemleriyle birebir uyuşuyor. “Müttefiklerin” askersizleştirmeden anladıkları ise Türk askeri.
Talat işte böyle bir işe soyunuyor. Tayyip de destekçi. ‘Bu Kıbrıs’ın iç işidir, biz karışamayız. Ancak garantör ülke olarak aldıkları karara saygı duyar destekleriz’ diyor. Peki, iç işlerine karışmayız diye Talat askerinizi çekin derse, herhalde Başbakan hemen atlayıp bunu da mı destekleyecek? Pes doğrusu. Aslında desteklediği askere karşı verilen mücadele. O asker olmasa belki Talat olmayacaktı. Kim bilir hangi toplu mezarda yatıyor adı bile bilinmiyor olacaktı. Rum’un kendi tarafındaki duvarı açıp açmayacağı, cevap verip vermeyeceği belli olmayan bir anlamsız “cest” uğruna bir bardak suda fırtına koparıp dünyaya bizi rezil ediyorlar. Rum tarafı fırsatı kaçırmıyor. Talat’ın Genelkurmay’dan çıkışını takiben Rum Hükümet Sözcüsü hemen bir açıklama yapıyor, “Talât’ın askerle karşılaştığı zorlukları aşmasında AB normları çerçevesinde her türlü yardımı yaparız” diyor. Aynı yardımı neden ambargoların kalkmasında yapmadıklarını sormak lazım. Surdaki gediği genişletmek istiyor. Üstelik Türkiye’nin “Ayına yıldızına kurban olduğunu ” söyleyen bir Başbakan’dan Rum tarafına örtülü destek gibi laflar.. Aslında bu kere de şifre çözücüye filan ihtiyaç yok, her şey son derece açık. (Devam edecek)