Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE
Konya'nın meşhur ve meçhul yüzleri
Bugünkü konuğumuz Konyamız’da çok güçlü bir lobiye sahip bulunan Akörenli Lütfi Uysal. Yaşamının gençlik ve olgunluk dönemlerinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nde üniforması ile yakışıklı, sportmen, başarılı bir komutanı olan sayın Uysal, emeklilik döneminde ise siyasi arenaya giren, yine başarılı ama belki de Türkiye’de ilk kez merhum Alparslan Türkeş tarafından kendi ifadesi ile “Kırmızı kart gören” bir politikacı.
HACI HASANLAR’IN LÜTFİ DOĞUYOR
Lütfi Uysal 10 Mart 1944 günü Kuddusi ve Ümmi çiftinin ilk çocukları olarak dünyaya gelir. Minik Lütfi’nin dünyaya gözlerini açtığı yer tipik bir Anadolu köyüdür. Lütfi’nin dedesinin babası ve sülale bölgede Hacı Hasanlar olarak bilinir. O yıllar her Anadolu insanı için yokluk, yoksulluk ve sıkıntıların artık kader olarak kabul edildiği yıllardır. Ama yine o kuşağın insanları küçük şeylerle mutlu olmayı bilerek hayatlarını huzur içinde geçirirler. Uysal çiftinin Lütfi’den sonra sırasıyla İbrahim, Şerife ve Hanife isimlerinde üç çocukları daha olacak ve dört kardeş çok güzel günler geçireceklerdir.
ANNEM BENİ TARLANIN
ORTASINDA YIKAMIŞTI
Minik Lütfi büyüdükçe serpilmekte, ele avuca sığmayan, hareketli ama yaramaz, yakışıklı ve de yerinde duramayan bir çocukluk yaşayacaktır. Çocukluk yılları dediğimiz zaman Lütfi Uysal’ın ilk aklına gelen anısı dikenlerden kurtulması için biricik anasının kendisini tarlanın ortasında yıkamasıdır. İsterseniz o günü Sayın Uysal’dan dinleyelim: Köyümüz tam bir tipik Anadolu köyüydü. Ormanlık bölgede köylü çiftçilik yapmakta, davarcılıkla geçimini sağlamaya çalışmaktadır. Çocukluk işte, bizim oralarda arpalı ekin, yani çok dikenli ekin olurdu. Bir gün ben yine dikenlere bulanmış olacağım ki anacığım beni bu dikenlerden kurtarmak için tarlanın ortasında soyup yıkamıştı.
MUSTAFA HOCA SOPASINI
KAFAMDA KIRMIŞTI
Çocukluğumuz güzel geçti ama oyunlarımız hayvanları gütmekle, oduna yardım etmekle geçti.
Yayladaki oyunlarımız ise oğlakları gütmekti. Bizim yaylamız Kargagörmez yaylası idi. Burada cıyındırık oynardık. Tahtırevallininin bir taş üzerinde dönerek oynanması gibi bir şeydi. Akören İlkokulu’nda okudum. Öğretmenim Mustafa Çetin, Mustafa Taşbaş, Hüseyin Eruyar ve Perihan Gültekin’di. O zamanlarda ilkokul birinci sınıfları Mustafa Taşbaş okuturdu, bir de şubelik denilen tembellerin devam ettiği bir şube vardı. Hüseyin Eruyar okul müdürüydü. Mustafa Çetin hocanın ise çok dayağını yedim. Kendisinin çok özel bir odunu, yani sopası vardı. Bir gün o odunu benim kafamda kırmıştı.
SARNICIN SUYU BİTMESİN DİYE
KAR SUYU İÇERDİK
Bir de yaylada sarnıcın suyu bitmesin diye yaptıklarımız aklıma gelir. O zamanlar yaylaya çıkardık. Büyüklerimiz sarnıcın suyu bitmesin, kimse kullanmasın diye ağzını taşla örerlerdi.. Biz de eşeklerle yaylaya çıkarken dağın tepesinden kar getirir, bunu eritirdik. Biz ve hayvanlarımız bu kar sularını içerdik. Sarnıca hiç dokunmazdık, o su yazın kullanılsın diye düşünürdük.
GAZ LAMBASINDA
AHIRDA DERS ÇALIŞIRDIM
Okul zamanında ders filan çalışmamız çok ilginçti. Çünkü biz dersi gaz lambasında ahırda çalışırdık. Çünkü ahır sessiz olurdu, üstelik sıcak da olurdu. Odunların üzerinde düzenimiz vardı. Orada oturur, ders çalışırdım. 4. sınıfta dahi sabah akşam koyunun kuzuların emişmesini yapar, ondan sonra okula giderdik. Ekini orakla işlerdik.
ODUNDAN DÖNÜŞTE EŞEK
BENDEN ÖNCE EVE GİDENCE
Tabii okurken köyde biz normal rutin işlerimizi yapmaya devam ediyorduk. Bir gün 4–5 kişi yine oduna gitmiştik. Odunları kestik, eşeklere yükledik. Bu arada biz dalmışız ya da oyun filan oynadık. Bir ara bir baktım bizim eşek kayıp. Aradık taradık eşek yok. Mecburen evin yolunu tuttuk. Meğer eşek yükünü alınca tırıs tırıs hemen evin yolunu tutmuş ve eve bizden önce gitmiş. Tabii aradan geçen bilmem kaç saat sonra biz eve eşeksiz döndük. Babam rahmetli o gün beni çok kötü dövmüştü.
RAHMETLİ HALİL TULUKÇU
MATEMATİK ÖĞRETMENİNİN EVİNİ TAŞLAMIŞ
Akören Ortaokulu’na gittik. Sevmediğim derslerin başında her ne hikmetse tarih gelirdi. Oysa tarihi daha sonra o kadar çok sevdim ki. En sevmediğim ders ise matematikti. Her yıl bir müdür bir öğretmenle ders yaptık. İlkokulda 3 yılda 3 müdür 3 öğretmen değiştirmiştik. Ortaokulda ikinci sınıftayken rahmetli Halil Tulukçu matematikten kalmıştı. Bizim öğretmen Bursalı Sema Şen’di. Sema öğretmenin evi bir gün taşlanmış. Öğretmen tabii durumu çakmıştı. Ertesi gün derste “ Halil beni mi taşladınız?” diye sordu. Halil inkâr etti ama durum ortada idi.
1 MAYIS TATİLİNDE
SİNEMA İÇİN KONYA’YA KAÇTIK
1958 yılının 1 Mayıs günü okul bir köye gezmeye gidecekti. Biz ise birkaç arkadaş ile kaçtık, Konya’ya geldik, sinemaya gittik, ertesi gün ise köye döndük. Okul müdürü, Koca Müdür diye bilinen İbrahim Üçkenkaya beni fena tokatlamıştı.
ASKERİ OKUL SINAVI İÇİN
BAŞIMA GELENLER
Ortaokuldan sonra askeri okul sınavına girmek için askeri hastaneye gittim. Rapor alınacaktı. Muayene oldum, kan aldılar. Sonucu için de “Gel, bir hafta sonra al” dediler. Böyle deyince korktum kaybettim diye, bu kez Ankara’ya gittim. Gülhane’de kan verdim, orada da sonuç için “Bir gün sonra gel” dediler. Yine kaybettim zannettim ve oradan da sonucu almadan tekrar köye döndüm.
BİR YIL SONRA
SAĞLIK RAPORUNU ALDIM
Bir yıl sonra tekrar imtihanlara girmeye karar verdim ve kan verdikten sonra bekledim ve sağlık raporunu aldım. Ankara’da Mehmet Ekinci isimli hemşerimiz bir yüzbaşı vardı. Ona gittim. Yine Ankara’da lokanta sahibi Mehmet Özdil vardı. Ömer Ali, Mehmet Emin, Abdullah Özkan da geldi ve biz doğru Ekinci’nin evine gittik. Komutan Yeni Mahalle’de lojmanlarda kalıyordu. Durumu öğrenince bana niye geçen sene gelmedin diye kızdı. İki ay Ankara’da kaldım. Ankara’daki eğitimden sonra İstanbul’da Davutpaşa’ya gittik.
GENÇ ASTSUBAY OLARAK
İLK TAYİNİM SARIKAMIŞ’A ÇIKTI
30 Ağustos 196’de İstanbul’a geri döndük. Ankara’da bir sene kaldıktan sonra 1 Ağustos 1962 günü okulu başarıyla bitirerek astsubay oldum. Buradan Sarıkamış’a 9. tümene tayin oldum. Tank taburunda üç yıl görev yaptım. Askerliğimin yanı sıra sporcu kimliğimle öne çıktım.
HEM ASKERLİK HEM SPOR
Sarıkamış’ta voleybol takımımız çok başarılı oldu. 1965’te 1. zırhlı tümen İstanbul Hadımköy’e gittim. Burada beş sene görev yaptım. Yine atletizm ve voleybolda çok başarılı olduk. 1970’te 6. Zırhlı Tugay Erzurum Aşkale’ye geldim. Pentatlonda da çok başarılı olduk. Onun üzerinde kupa ve madalyam var. İstanbul’da iki sene voleybol bölge hakemi olarak maç yönettim. Sarıkamış’ta görev yaparken Manisa’daki eğitim savaş okuluna gittim.
İTALYAN ÇUKURUNDAN ÇIKAMAYINCA
BİRİNCİLİĞİ KAPTIRDIM
Aşkale’de bir gün pentatlon yarışlarında çok iyi bir yarış çıkarıyordum. Ama nasıl oldu hala anlamış değilim, birden İtalyan çukurundan çıkamadım ve birinci olarak götürdüğüm yarışı ancak üçüncü olarak tamamlayabildim. Bunu hiç unutamıyorum. Daha sonra İstanbul Sarıyer’de 6. piyade tümeni keşif bölüğünde görev yaptım.
ÖNCE KARAPINAR, ARDINDAN KKTC
1975 yılının Ekim ayında Karapınar atış poligonuna geldim. Burada da voleybol takımımız şampiyon oldu. Daha sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gittim 15 Haziran 1981’den 7 Haziran 1983’e kadar Paşaköy’de 28. Piyade Tümeni Tank taburunda görev yaptım ve buradan emekli oldum.
4 ÇOCUĞUM, 5 TORUNUM VAR
21 Ekim 1965’te Şerife Hanım ile evlendim. Kuddusi, Mehmet Ali, Alparslan ve Fatma isimlerinde dört çocuğum var. Kuddusi’den Şerife ve Oğuzhan, Mehmet Ali’den Merve ve Efe, Alparslan’dan da Ezgi isimlerinde torunlarım var. 1968’e kadar Mevlana Ortaokulu’nun orada kirada oturduk. 88’in Eylül ayında ise Pirebi mahallesindeki kendi evimi aldım.
HASAN VARIMLI PAŞA’NIN
VEDASINI UNUTAMAM
Askerlikte unutamadığım anılarımdan birisi de Tugay Komutanımız Hasan Varımlı paşanın veda ederken bizlere ve askerlere söylediği şu söz oldu “Memleketi sizlere, hepinizi de Allah’a emanet ediyorum.” Komutanımın bu sözünü hiç unutamam.
EŞİM BAŞÖRTÜLÜ OLARAK
BAYRAM TÖRENİNE KATILMIŞTI
KKTC’de kolordu komutanlığında bayramlaşma töreni vardı. En kıdemli astsubay olarak bu törene davet edilmiştim. Eşim başörtülü olduğu için bana “Başörtülüyüm, belki beni garnizona almazlar” diyerek benimle bu törene gitmek istemedi. Yıl 1982’ydi. Ben de niye gelmeyeceksin gel diye ısrarcı oldum. Kurban bayramıydı, eşim bu törene başörtülü olarak geldi, törene katıldı, hiçbir sorun da olmadı.
ASKERLİK SONRASI SİYASİ HAYAT
1985’te Muhafazakar Parti merkez ilçe başkanı oldum. 1988 Nisan ayında MÇP İl Başkanı oldum. Birlikte çalıştığımız arkadaşlarımı unutamam. Mesela o dönemde yönetimimizde Avukat Ahmet Akpınar, Makine Mühendisi Ali Oğuz Meydan, İktisatçı Muammer Kocatepe İnşaat Mühendisi Ahmet Tanata, yine İktisatçı Adil Koç ve İsmail Serçe. Ve tüm arkadaşların yanı sıra partililerimizin bize verdiği candan destek kelimelerle tarif edilemez.
MERHUM ALPARSLAN TÜRKEŞ
TARAFINDAN KIRMIZI KART GÖRDÜK
Avukat Mehmet Aydeniz’in düğünü vardı. Aydeniz Genel Başkanımız Alparslan Türkeş’i düğüne davet etmiş. Genel Başkanımız beni arayarak bu düğüne geleceğini bildirdiler. İl yönetimi olarak toplandık, çünkü bu düğüne Genel Başkanımız’ın gelmesini istemiyorduk Bunun için rahmetli Zeki Loraslı’ya, ki o aynı zamanda MYK üyesiydi, senin Genel Başkan ile aran iyi, sen söyle, Pazar günü düğüne gelmesin dedik. Biz de yönetim olarak düğüne gitmedik. Genel Başkan düğüne geldi, ama yönetim ve teşkilat olarak biz kendisine karşılama töreni yapmayınca iyi bir karşılama töreni de olmamıştı. Genel Başkan buna çok kızmış. İki üç gün sonra iki müfettiş geldi. Savunmamız istendi. Onlara “eğer niyetiniz yönetimi fesh etmek ise bir yazı yazın, altını imzalayayım” dedim onlar bana “yok böyle bir şey, siz durumu olduğu gibi anlatın” dediler. Ben de olduğu gibi her şeyi anlattım. Bir hafta on gün sonra Genel Merkez’den bizim il yönetimimizin fesih yazısı geldi. 1988 yılının Aralık ayıydı. Bir il başkanının ve il yönetiminin görevden alınması bizim partide bir ilk oluyordu.
KIRMIZI KART GÖRDÜK, AMA HAİNLİK YAPMADIK
Biz hiçbir zaman Milliyetçi Hareket Partisi’nden başka bir yerde siyaset yapmadık. Hiçbir partinin il ilçe yönetimlerinde görev almadık başka yere de gidemeyiz de. Oysa Refah Partisi’ne katılmamız için bize çok ciddi teklifler geldi. Belediye meclis üyelikleri teklif edildi. Hiçbir zaman kabul etmedik, düşünmedik bile. Çünkü biz hain değildik
1.80’LİK DEV ADAM
BUGÜN YATAĞA MAHKÛM
2000 yılında omuriliğinden rahatsızlanarak yatağa mahkûm olan 1.80’lik dev çınar konuşurken bir dakika olsun durmuyor, ses tonunu alçaltmıyor ve konuştukça adeta o günleri yeniden yaşıyordu. Çağımız tıbbının dahi derdine derman bulamadığı bu rahatsızlık anını anlatırken bile dimdik duran bu onurlu insan şöyle diyordu “ Köyde bir tane armut ağacımız vardı, 20 senelikti. Artık kesilmesi lazımdı, hızarla onu kestirdim. Traktöre ağacı yüklerken düştüm eşim yüklememe yardım etti. Daha sonra yeniden kalktım yürüdüm. Ama tekrar yere düştüm, bacaklarım tutmuyordu. Eşimin yardımıyla o gün yürüdüm. Ama doktorlara gittiğim zaman bu hastalığın tedavisin olmadığını öğrendim. İlerleyen zaman içerisinde hiç hareket edemez hale geldim. Ama Allah’ıma şükürler olsun ki bugünlerimizi gördük” derken bile sesi hala odanın sessiz soğuk duvarlarını adeta titretiyordu.