(HAYATIM SENARYO YAHUT ARABESK)
Bütün batı akımlarını sadece tebaiyet duygusu ile takip eden aydınımız maalesef realiteyi de hayatın acı gerçeklerinden ibaret saydı. Sami Paşazade Sezai “Sergüzeşt”inde hayata bu acı gerçekler zaviyesinden yaklaştı. Kölelik kurumunu sorgulamaktan ziyade, yarattığı Dilber adlı kahramanının etrafında sadece kölelere acımakta ve romandaki üslubu ile bu köle kıza ağıt yakmaktadır. Zannedersem bizdeki anlaşılmış şekliyle realist romanların prototipi olan bu tarz eserlerin ortak özelliği kahramanlarını tavsif ederken kullanılan, “zavallı” sıfatıdır.
İşte sanatımızdaki bu anlayış zafiyeti sinemada ve müzikte bayağılaşmayı- Siz buna arabeskleşme de diyebilirsiniz.- doğurdu.
Şimdi yukarıda bahsi geçen bozukluk dizilere de sirayet etti. Adamakıllı komedyen veyahut komedi senaryosu çıkaramayan sanat dünyası, çoğu zaman çareyi duygu sömürücülüğünde aradı. Televizyon dizilerinde sanat değeri aramak, onları bir sanat eseri olarak değerlendirmek, kadar çılgınca bir iş olamaz zaten. Mesele, bu dizilerin sigaranın, alkolün, eroin ve esrarın insan vücudunda yaptığı tahribatın aynını belki de on mislini insan ruhunda yaptığını görmek ve bu –bütün diziler için söylemiyorum- kökü belirsiz bir taarruzun ürünü olan tahribattan korunma yolları aramaktan ibarettir.
*****
Senaristlik yolunda ilk adımını atacaklara tavsiyemiz, işe öncelikle Dünya ve Türk klasiklerini okumaktan başlasınlar. Emin olun bunu yaparak işe başlayan senaristler, Türkiye’de televizyonculuk adına çok şeyin değişmesinde önemli rol alacaklardır. Ama rica ederim, bu sözümden, Türk klasiklerini okurken onları günümüze uyarlayıp dizileştirmeyi anlamasınlar. Şimdi bir de bu moda çıktı. O da başlı başına ayrı bir yazı konusu.