Değerli okuyucularım; güncelliğini hâlâ koruması hasebiyle, bugün sizlere, 2010 ile 2014 yılları arasında yazdığım ve daha sonra Aydan Arı Günden Duru isimli kitabıma da aldığım dört ayrı yazımdan bazı bölümler aktaracağım.
Siz de okuyunca aradan geçen yıllara rağmen toplumumuzun bu konuda hâlâ aynı yerde olduğunu ve olumlu bir iyileşme göstermediğini esefle görmüş olacaksınız.
İşte o yazılar:
Ülkemizde son yıllarda, son aylarda, son günlerde meydana gelen olaylar insanın kanını dondurtacak cinsten…
Büyük bir vicdansızlık, inançsızlık ve insafsızlık örneği sergilenerek gerçekleştirilen katliamlar, vahşet derecesindeki cinayetler, sabi yaştaki küçücük çocuklara kadar inen tecavüz ve öldürmeler, kan davaları, öz anne- baba ve evlat katliamları, töre cinayetleri ve faili meçhul cinayetler toplumumuzda giderek yaygınlaşmakta ve normal bir insanın havsalasının alamayacağı, inanamayacağı büyük boyutlara ulaşmaktadır.
Akılların almayacağı, vicdanların kabul etmeyeceği bu acı ve esef dolu olaylara; eşini ve küçücük yaşlardaki kendi 3 çocuğunu boğarak ve bıçaklayarak öldüren bir kişi, 3 yaşındaki bebeği tecavüz ederek boğan bir sapık, öz annesini 30 bıçak darbesi ile öldüren bir cani örnek olarak verilebilir.
Hayvanlardan da aşağı derecelerde bulunan canilerin kırılası elleri ile yok edilen maktullerin geride kalan yakınlarının yürekleri dağlanmakta ve bu yürek yangınını ömür boyu çekmektedirler.
Böylesine vicdansızlık ve insafsızlıkla dolu acı olayların sürekli yaşandığı toplumlar huzur ve saadet bulabilir mi?
Toplumumuzu meydana getiren insanların her an bu tür olaylarla iç içe olması, yüz yüze kalması ile o toplumun refaha ve felâha kavuşması mümkün mü? Elbette değil.
Peki nereye gidiyoruz? Toplum olarak nereye sürükleniyoruz? Hangi bilinmez rüzgârın etkisi ile sonu belirsiz menzile doğru yol alıyoruz? En korkunç uçurumlara sürüklendiğimizin, en tahrip edici fırtınalara doğru yelken açtığımızın farkında mıyız? Bu kötü ve iğrenç manzaraya son vermek için hangi adımlar atıldı, hangi tedbirler alındı?
Bu hayâ, edep, insanlık, insaf ve merhamet yoksunu kişiler, nerelerde yetiştiler, nasıl ve ne şekilde ortaya çıktılar? Toplum içinde kol gezen bu canilere dur demenin, onların yaptıkları insanlık dışı davranışlara son vermenin ve yapanlara da hesap sorarak, hiç değilse yanan yürekleri soğutmanın bir yolu yok mudur?
Her insanın başına bir polis, bir jandarma dikemezsiniz. Ama her insanın gönlüne Allah korkusu, yaptıklarının bir gün hesabını vereceğine inanma duygusu, ahiret inancı, Cennet ve Cehennem anlayışı yerleştirebilirsiniz. Bunu yapmanın yolu da eğitimden geçmektedir.
Manevî eğitimden yoksun ve maneviyat duygusunu terk eden toplumların gidişatı çok tehlikeli sonuçlar doğurur. Onun için böylesine korkunç olaylarla karşı karşıya kalmamak ve tehlikeli sonuçlardan korunmak için gerek aileler, gerekse devlet olarak manevi eğitime ağırlık vermek ve fertlerin en iyi şekilde yetişmelerini sağlamak lâzımdır.
Diğer yandan içimizde cirit atan ve her an hangi aileye musallat olacağı belli olmayan insanlıktan nasibini almamış cani ve katil ruhlu kişilere uygulanan cezalar yeterli değildir. Bu kişilerin yaptıklarının karşılığı olarak verilen hapis cezaları, mağdur aileleri içine düştükleri azaptan kurtarmaya ve yüreklerindeki yangını söndürmeye kâfi değildir.
Daha da önemlisi bu cezaların caydırıcı özelliği yoktur ve verilen cezalar, başkalarının aynı çirkinlikleri işlemesine mâni değildir.
Evlatları iğrenç bir şekilde tecavüze uğrayan veya ölüme sürüklenen ailelerin ocaklarına ve yüreklerine büyük bir ateş düşmektedir. Bu ateşin söndürülmesi zaruridir ve bu görevi devlet yapmalıdır. Aksi halde yıllar geçse de yüreklerdeki intikam ateşi sönmeyecektir.
Bu menfur olayların önüne geçilmesi, faillerin suçları kesinleştiği anda hak ettikleri cezayı alması ile mümkün olabilir. Aile ocaklarındaki ve yüreklerdeki yangın; ancak katillerin, canilerin ve mütecavizlerin idam edilmesi ile söndürülebilir. Bu hasta ruhlu kişilerin asılması ile ancak aileler rahat bir nefes alabilir ve cinayetler ancak o takdirde önlenebilir.
Bir vücuttaki kanser hücreleri kesilip atılmazsa, o vücudu tamamen kaplayan kanser kişiyi ölüme götürür. Toplumda bulunan kanser tipi hastalıklı, sapık ve cani kişiler de yok edilmezse o toplum da aynı şekilde ölüme doğru gider.
Toplumun kurtarılması uğruna, toplum içindeki hastalıklar temizlenmelidir. Cezaların caydırıcı olması, suçların azalmasının temel sebebidir.
*** *** ***
Prof. Dr. Cevat Akşit Hoca Efendi, iki gün önce yaptığı bir açıklamada şunları söyledi: “Yeminle söylüyorum. Vallahi billahi rüşvet kaldırılmadıkça, zina serbest oldukça, yaygınlığı önlenmedikçe, bu homoseksüellik önlenmedikçe üzerimize lanet yağar.”
Cevat Akşit hoca efendi; bir ülkeyi ifsat eden, nesilleri bozan, toplumun mahvına sebebiyet veren ve o ülkede yaşayanların üzerine bereket ve rahmet yerine lânet yağmasına sebep olan çok önemli üç bozuk davranışı gündeme getirerek, bunlar önlenmedikçe, toplumumuzun düzelemeyeceğini dile getiriyor.
Hoca efendinin yaptığı bu çağrıya mutlaka kulak verilmeli, toplumumuzu kurtarmak için bir an önce gerekli adımlar atılmalı, nesillerimizi korumak adına bu bozuk, çirkin ve lanetli davranışlarla ilgili, caydırıcı çok ağır cezalar getirilmelidir.
*** *** ***
Ülkemizde son yıllarda artış göstermeye başlayan cinayetler, katliamlar, tecavüzler ve aile faciaları neredeyse zirveye ulaştı.
Bilhassa çocuk ve kadın cinayetlerinin büyük oranda arttığı ve ‘yeter artık’ diye feryat etmemize yol açan korkunç olaylar, toplumu derinden yaralamakta ve ferden ferda herkesin büyük tedirginliğine sebep olmaktadır.
7-8 yaşlarındaki çocuklara kadar inen ve hunharca işlenen tecavüz ve cinayetler, insanın kanını dondurtacak cinstendir. Artık bu olaylara ‘dur’ demenin vakti geçmektedir.
Uzun vadeyi gerektiren ideal eğitim sistemini oturtuncaya kadar bu katliamların, bu cinayetlerin, bu faciaların devam etmemesi için bu işin kısa vadede çözülmesi şarttır. Bu da ancak idamla mümkündür. Unutmayalım ki, ‘KISASTA HAYAT VARDIR.’
*** *** ***
Ne yazık ki, son yıllarda her şeyimizde olduğu gibi ahlâkımızda da erozyon, yozlaşma, bozulma ve buhranlar baş göstermeye başlamıştır.
Bu gidiş iyi bir gidiş değildir. Bu gidişin sonu hayır getirmez. Toplumumuzun geleceğinin iyi ve parlak olmasını istiyorsak, güzel ahlâklı bireyler yetiştirmemiz şarttır. Bu da ancak kaynağı vahye dayanan bir gençliğin yetişmesi ile mümkün olabilir.
Son aylarda televizyon kanallarında gösterilen dizilerdeki aldatmalarla dolu ahlâksızlık giderek artıyor. Rezillik ve pespayeliklerle dolu diziler, bütün TV kanallarında almış başını gidiyor. Sanki bütün kanallar anlaşmış gibi aynı konuyu işliyor ve aile kavramını çökertmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Ülkemizde hangi inançta olursa olsun, normal bir insanın anlamakta zorlanacağı ve asla kabullenemeyeceği derecede soysuzluk ve hayasızlık teşvik ediliyor.
Toplumumuzun bilhassa gençlerimizin ahlâk anlayışını değiştirmek ve bozmak, gizli ve yasak ilişkileri normalleştirmek için ne gerekiyorsa o yapılıyor.
Bu gidişle korkarım ki; yeni nesillerimiz birkaç yıl sonra utanmazlıklarla dolu bu tür davranışları, ahlâksızlıkları, soysuz ilişkileri doğru ve normal olarak algılamaya başlayacaklardır.
İşte o an arzın titrediği andır. İşte o an Allah’ın gazabının üzerimize indiği andır. O an gelmeden gereken tedbirler alınmalıdır.
Çocuklarımız maalesef TV başında büyüyorlar, gençlerimizin beyinleri ne yazık ki TV programları ile şekilleniyor. Ekrandan gördüklerini örnek kabul ederek büyüyüp gelişiyor yeni neslimiz…
TV kanallarının ahlâkımızı dejenere eden, toplumun yapısını bozan, manevi sahamızı bombardımana tutan bu tür gayri ahlaki davranışları ve memnu ilişkileri teşvik eden dizilere, filmlere ve programlara kim dur diyecek? Yetkililer, bu rezilliklere, bu alçaklıklara, bu kepazeliklere ve bu hayasızlıklara niçin ses çıkarmıyorlar?
Yaşanılan çirkinlikler, vahşetler, ahlaksızlıklar karşısında yıllar önce nasıl feryat ettiğimizi okumuş oldunuz. İnşallah bu feryatlar duyulur da tekrar tekrar bunları yazmak zorunda kalmayız. Sağlıklı ve mutlu yarınlar efendim.