İzdivaç… Bir erkekle kadının meşru bir çerçevede hayatını birleştirmesi olayı.
Kur’an’da; “kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmeti varetmesi Allah’ın varlığının belgelerindendir” buyrulur. (Rum, 21).
Tabiatta her şey çift yaratılmıştır, insan da..
İşte bu bağlamda insan hayatında evlilik olayı bir dönüm noktası ya da viraj gibidir.
Geleneksel anlayışta evlilik meselesi iki şekilde cereyan ediyordu.
Bunlardan biri görücü usulüne dayalı evlilik, bir diğeri de, tanışarak, modern anlamda flörte dayalı evlilik..
Şimdilerde buna bir başka tür evlilik modeli eklendi: “Market evlilik.” Gerçi bu görücü evliliğin bir alt parçası olarak kabul edilebilir. Market evliliğin adresi, bazı televizyon ekranlarıdır. Dest-i izdivaç, izdivaç, su gibi, gel yârim ol gibi isimler taşıyor bu programlar.
Market evlilik ne demektir?
Yaşadığımız modern toplumların alış-veriş merkezleri arasında marketler var. İnsanlar bu marketlere gidiyor iğneden ipliğe ihtiyaçları neyse toptan alıp evlerine dönüyorlar. Hâlbuki evlilik olayı çok ciddi, sorumluluk isteyen bir mesele. Marketten elma, armut almaya benzemez. Alış-verişte olduğu gibi kısa zamanda karar verilecek bir konu da değildir. Maalesef günümüzde market evlilik dediğimiz bu olay, her yaştan evlenmek isteyen erkek ya da bayan adayların bizzat televizyonlarda icra edilen evlilikle ilgili programlara katılarak kendilerini teşhir etmekle başlıyor.
Ekran evliliğinde iki kesim söz konusu. Bunlardan bir kısmı gençler, bir diğer kısmı da orta yaşlılardır. Taraflar birbirlerine şartlarını ileri sürüyor. Bu şartlar bir-kaç kalemlik şeyler. Maaş, emeklilik, ev, araba, özellikle de tarafların çocuklarının yanında olmaması..
Market ya da televizyon evliliği yeni bir durum. Acaba hiç evlenmemiş gençlerin ekran aracılığıyla evlilikleri nasıl gidiyor? Sürüyor mu yoksa kısa zamanda boşanmalarla mı sonuçlanıyor? Bu konuda bir araştırma var mı, onu bilmiyorum. Ama çok sürmeyeceği kanaatindeyim, umarım sürer.
Değerler alanında yaşanan tüm erozyonlara rağmen, yaşlı ya da orta yaşlı kesimin evliliklerine gelince aynı kanaatte değilim. Çünkü bu evlilikten amaç, salt biyolojik olmaktan öte, dayanışma amaçlı psikolojik ve hayat arkadaşlığına dayanıyor. Belli bir yaştan itibaren insanlar geri kalan hayatlarını güven ve huzur içerisinde sürdürecekleri bir liman arıyorlar. Bu sebeple yaşlı kesimin evlilikleri sürebilir diye düşünüyorum.
Bir defa televizyon evliliğinde mahremiyet duygusu ihlal ediliyor. Adayların eş seçiminde daha çok ‘subjektif’ kararları büyük rol oynuyor. Bir de televizyon stüdyosunda kadrolu kişiler var. Onların adaylara yönelik “evlensinler ya da birbirlerine yakışmıyorlar” gibi görüş ve tezahüratları adayları yönlendirmede etkili oluyor. Hâlbuki bu kadrolu kişiler değil, iki kişi hayatını özgür bir şekilde birleştirmesi gerekir. Burada psikolojik bir baskı da sözkonusu. Bu durum adayların objektif ve sağduyulu karar vermelerinin üzerine gölge düşürüyor.
Evlilik olayı, ciddi bir mesele olarak görülmelidir. Özellikle günümüzde bu müessese büyük yara almıştır. Bir toplumun tarihsel sürekliliği aile hayatının düzenli oluşuyla orantılıdır. Modern dünyada gitgide aile olumsuzluk çizgisinde bir dönüşüm yaşamaktadır. Bunda da aidiyet duygusunun yok olması bu süreci tetikliyor. Salt iletişim araçları kanalıyla meşrû aile yapılarının teşvik edilmesi yetmiyor. Mutlaka bu aidiyet duygusu gücünü manevi değerlerden almalıdır. Görebildiğimiz kadarıyla Batı toplumlarında seküler bir temele dayalı Aydınlanma düşüncesinin etkisinde gelişen bireycilik, aidiyet duygusunu yok etmiştir. Bunun aksine, İslam toplumlarında ise, kısmen aidiyet duygusunun devam etmesine rağmen şahsiyetçiliğin tam olarak geliştiğini iddia etmemiz de zordur. Bu sebeple özgüvene dayalı özgür kişilik ve aidiyet duygusu arasındaki uyumsuzluk büyük problemlere yol açmaktadır. Mutlaka şahsiyetli karar verme ile aidiyet duygusu taşımanın arası belli bir dengede tutulmalıdır. İşte o zaman sağlıklı aile yapıları kurulabilir.
İnsanlar niye televizyon evliliğine başvuruyor?
Bu sorunun cevabı “çaresizlik” olabilir mi? Bence burada çok önemli bir ihmal söz konusudur. Bunun arkasında “bana ne” anlayışını içselleştirerek toplumsal sorumluluklardan kaçma vardır. Eğer bizler, yani eş-dost evlilik çağına gelmiş kız ya da erkekler için geleneksel aracılık müessesesi durumunda olan rehberlik işlevimizi doğru bir şekilde yapmış olsaydık, belki de magazin türü market evlilikleri ortaya çıkmayacaktı. Gelin bu konuda her birimiz kendimizi bir muhasebeye çekelim ve yeniden toplumsal sorumluluklarımızı gözden geçirelim. Çünkü hepimiz aynı toplumsal gemide yol alıyoruz. Gemimizin selametle sahile ulaşması, biraz da yolcuların toplumsal sorumluluklarıyla ilişkilidir.