Ak Parti, 1 Kasım 2015 seçimlerinde Konya genelinde %73.9 oy alırken, 24 Haziran seçimlerinde % 59.4 oy aldı. Arada, yaklaşık olarak % 15'lik büyük bir fark var. Yani Konya'da ikinci parti olan MHP'nin aldığı toplam oy kadar oy kaybetmiş. Bu durum, bir takım saçma sapan veriler ve kıyaslarla üstü örtülecek bir durum değil. Mutlaka ilçe ilçe, mahalle mahalle hatta sandık sandık incelenmesi gereken bir durum. Üzerini örtenler ya da örtülsün çabası içine girenler, kim olursa olsun bundan sonraki yaşanacak örselenmenin de sorumlusu olurlar.
Mart 2019 mahalli seçimleri yaklaşıyor. 1 Kasım seçimlerine göre tüm Türkiye'de yaklaşık % 7, Konya'da ise yaklaşık % 15'lik oy kaybının ağırlıklı olarak belediye başkanları ve onların yönetim biçimleri ile ilgili olduğunu biliyoruz. Toplumla empati kuramamaları, başkanlığı ibadetten adete dönüştürmeleri, kurdukları küçük dünyalarında yönettiği kitleye yer vermemeleri, belli bir dönem sonrasında ise, artık başarının çabayla değil, yatmayla geleceğine inanmaları, Ak Parti'yi bu sonuca götürdü. Buna yerelde değilse bile merkezi olarak bir önlem alacaklarını zannediyorum.
Kabul edelim ki siyaset zordur. Siz ne kadar temiz olursanız olun, onun sizi örseleyecek kırk numarası vardır. Siz iyi olsanız bile sizi kuşatanlar, kuşatanlar iyi olsa taş atanlar ayağınızı kaydırmak için uğraşır dururlar. Tüm bu mücadele içinde bir hırpalanmışlık olacağı kesin. Ama siyasetçiye de düşen, bu mücadelede teslim olmak değil, direnmektir. Statükoya direnmek, kemirgene direnmek, yağmacıya direnmek, ihaleciye direnmek, yapmadığı işle, olmadığı yerle övünen iki yüzlüye direnmek, hasılı kaliteyi düşüren, standarda darbe vuran her ne varsa ona direnmektir. Ancak direnirse sessiz yığınların sesi, kimsesizlerin kimsesi olabilir. Bu duruşundan dolayı da yapmış olduğu kimi hatalar kitlelerce tolere edilir ve görmezden gelinir.
Ama zaten çürük olup, siyasetin çürütmesiyle kokuşan bir kişiliğin ne kendine ne de kitlelere bir katkısı olamaz. Strateji olarak kitleler, bir taraftan destek vermek zorunda bırakılırken bir taraftan da bu kokuşmuş kişiliği, bulunduğu konumla uyumlu olmadığına ikna etmek zorunda bırakılmamalı. Tüm yük, siyaseti dava edinmiş, Ak Partiyle hasbi ve samimi ilişki içindeki kitlenin omuzlarına boca edilmemeli. Çünkü tecrübeyle sabit ki, kişilerdeki çürüme, yaygınlık kazandıkça davaya sirayet etmekte ve süreçle davayı da çürütmektedir.
Bahsedilen bu sorun maalesef sadece siyasiler ve siyasetçilerin değil, vakıf, dernek, cemiyet, cemaat tüm STK'ların da sorunudur. Adete dönüşen hizmetlerin kaybolan ibadet içeriği, o hizmeti vasıfsız hale getirmektedir. Vasıfsızlık yaygınlaştıkça da her tutan tuttuğuyla kaçma çabasına girip, topluma "benden sonrası tufan" durumunu yaşatmaktadır. Toplumun aklı selimi, bu gibi kişileri cezalandıracak durumdadır. Ama hem kaybolan zaman hem de kaybolan güven, ulaşılmaya çalışılan menzili daha bir uzaklaştırmakta, vuslatı da geciktirmektedir.
Hem siyasetçilerin hem de STK temsilcilerinin ivedi bir şekilde hesap verilirliklerini arttırmak, hesap sorulurluklarını kolaylaştırmak zorunluluğu vardır. Hiç şüpheniz olmasın, bu hesap zor geçse de çok kıymetlidir. Hem hesaba çekilmeden kendimizi hesaba çektiğimiz için kıymetlidir hem de yönetimi hesaba çekenlerle ortaklaştığımız için kıymetlidir. Müstağni duruşların davaya zarar vermek dışında kimseye bir faydası yoktur.